- Seni severim bilirsin. Ama öyle bir tarafın var ki, bugünlerde ona fena takıyorum.
- Peki neymiş o, merak ettim?
- Hani hep insanları sevmek gerektiğinden söz edersin ya. Hem de herşeye rağmen...
- Eee, bunda ne kötülük var?
- Ben hiç de öyle düşünmüyorum...
- Nasıl yani?
- Ben insanlardan nefret ediyorum!
- Gerçekten mi? Bu çok kötü! Peki seni böyle düşündüren ne? Bu nefret neden?
- İnsanların kendisi. Herşeyin nedeni insanlar...
- Bir şey anlayabildiğimi söyleyemem.
- Anlayabilmen için benim yaşadıklarımı yaşaman gerekir. Bak, beni yanlış anlamanı istemem. Ben de tıpkı senin gibi insanları sevmek gerektiğine inanırdım yakın bir zamana kadar. Hatta herkesin "deli" diye alay ettiği insanlara bile sevecenlikle yaklaşırdım. "Herşeyin başı insan" diye düşünüyordum. "Asıl önemli olan dostluk, arkadaşlık" diyordum...
- Ya şimdi?
- Bitti artık! Bütün o duygularım öldü! Öldürdüler! O "herşeyin başı" diye gördüğüm insanlar! Şimdi hepsi de katil oldular. Duygu katili hepsi de! En güzel duygularımı, yaşamımda "en temel değer" diye korumaya çalıştığım değerlerimi öldürdüler... Dostlukmuş, arkadaşlıkmış, yok efendim sevgiymiş... Geç bunları, geç! Bütün bunların hepsi de boş. Onları kendi kafamızda biz var etmişiz sadece, aslında öyle birşey gerçekten yokmuş! Gerçek hayatta yok böyle şeyler oğlum! Yaşanmıyor! Hepsinin de içi boş, soyut kavramlar olduğunu yaşadıkça daha iyi anladım ve gördüm. İnsanlara güvenmiyorum artık!
- Bütün bunları duyduğuma üzüldüm. Daha çok senin adına üzüldüm.
- Beni insanlar mahvetti. Ben hayatta bütün kazıkları en güvendiğim insanlardan, dost bildiklerimden yedim. Kendi öz kardeşimle bile görüşmüyorum artık, biliyor musun? İnsanlar birbirine sadece çıkar için yaklaşıyormuş meğer. Bak, beni dinle, sen de değiştir artık bu kafayı. Çok iyi edersin bence. Yoksa çok incinirsin!...
* * *
Böyle bir sohbetti aramızdaki. Gırtlağına kadar borç batağına batmıştı. O da ekonomik krizin bir süre öncesinden beri iflas edenler kervanına kattığı biriydi artık. İnsani ilişkilerin bozulmasını göze alamadığından, "veresiye" olayını göze almış, sonunda da batmıştı!
Aslında alacaklarının yarısı bile piyasaya olan borcunu kapatmaya ya da en azından hafifletmeye yeterdi. Ama aylardır alacak peşinden koşmaktan yorulmuş, büyük kısmından da umudunu kesmişti. Açıkçası, insanlardan umudunu kesmişti artık. Cebinde bir sigara parası bile yoktu!
Ama yüreğinde... Bir şey vardı..
Hala yaşamakta direnen birşey.
Ya da yaşamak için çırpınan birşey!
Hem de kendisine rağmen.
Onun işte bu nedenle farkında olamadığı birşey.
Bazı duyguları ölse de, ya da kendi deyimiyle öldürüldüyse de, beni yolda bulup da kolumdan sürüklercesine bir kahvehane köşesine çekiştirmesinin iyi bir nedeni vardı. Bu neden, benim sadece iyi bir dinleyici olmam değildi. Asıl neden; çocukluğumuzdan bugüne kadar taşıyabildiğimiz bir olgu, ilişkimizde hep var olan tek şey, tek alış verişti: Dostluk!
Ondan ayrıldığımda dalgın ve düşünceliydim.
Yolda epeyce ölçüp tarttıktan sonra bir karara vardım:
Hayır! Arkadaşım kesinlikle haklı olamazdı!
Ben, insanlıktan umudumu kesmemiştim hala.
Krizdi! İnsanlara herşeyi yapan, yaptıran, herşeyin sorumlusu memleketimizin müzmin hastalığı olan, bir türlü pençesinden kurtulamadığı ekonomik krizdi! Dostluk, arkadaşlık, sevgi gibi duyguları inciten, yok eden, insanlığı ve insani ilişkileri bozan, çürüten, öldüren de krizdi!
Evet, asıl katil oydu!
"Ey kriz!" dedim, "Herşeye sen egemen olursan, işte yapacağın budur!"