Diyorlar ki; bu pazar senin gününmüş!
Ne çok yanılıyorlar! Seni hiç tanımadılar ki!
Yine nutuklarla, cilalı laflarla seni ve seni nasıl sevmemiz gerektiğini anlatacaklar bize! Seni hiç de tanımadan hem de! Alış veriş merkezlerinin adreslerini, telefon numaralarını sıralayıp, sana ne almam gerektiğinden söz etmeye başladılar bile gazetelerde.
Bunun adı, vahşi kapitalizm işte. Doğadaki en temiz sevgiyi bile, alınır satılır hale getirebileceğini düşünür bu felsefe! Bu yüzden, hiç bir hediyeyi sana lâyık göremeyeceğimi asla bilemeyecek, anlayamayacaklar...
Bu pazar sana hediye almayacağım, unutma!
Varlığına bir kez daha sarılacağım yalnızca. Seninle övüneceğim.
Ve dünyaya seni armağan ettiği için, doğaya teşekkür edeceğim...
Yeryüzüne gelmiş en büyük armağanın sen olduğunu kime, nasıl söylesem? Bu gerçeği bilmeyenlerle paylaştığın şu dünyaya, senin kendinden neler verdiğini nasıl anlatabilsem?
Sana ne zaman bir hediye almaya kalksam, sana yaraşır, sana layık, seni anlatan, özveriyi ve sevgiyi tanımlayan... yüreğimizi kuşatan sevgilerin de bu ülkede satışa çıkarılabileceğini düşünürler, bunun için pazarlar bile kurarlar. Senin bana armağan ettiğin onur ve gururun, bana öğrettiğin dürüstlüğün de yaka-paça satılabildiğini düşünürler. Asla satın alınamayacağını bilemezler bile!
Ve korkarlar! Benden önce, senden korkarlar. Onca büyüklüğüne rağmen, yine de tüm sevgini sığdıramadığın o esşiz yüreğinden korkarlar! Nice kahırları potasında eritmiş, onca dayanılmaz acıya direnmiş, o kocaman ana yüreğinden... Ezilir, un-ufak olurlar yüreğindeki sevginin büyüklüğü karşısında.
Ağızlarına ne zaman onur sözcüğü takılsa, dudaklarına ne zaman sevgi sözcüğü yapışsa, zamanın bile asla eskitemediği şekliyle senin yüzün gelir hep gözlerinin önüne. Korku basar küçücük yüreklerini, titremeler alır kire bulaşmış ellerini. Seni bir de tanısalar, büyüklüğün karşısında korkup sinerler...
Bilirsin ya, dökülen her damla gözyaşında varsın sen! Dudaklarımdaki “merhaba” kadar içten ve sıcak, içtiğim su kadar kutsal, yüreğimdeki sevgi kadar ölümsüzsün sen!
İkimiz de biliriz ya, senin yerinde olmak memleketimde öyle zor ki! İkimiz de, yaşamın senin için hep bir acı ve hüzün çemberi içinde döndüğünü, deneylerimizle çok iyi öğrendik.
Acılara direnmenin onurunu, birlikte ben taşıdım seninle. En ulu ağaca senin öğrettiğin gururu ben yazdım. Demir parmaklıklarıma sarılan ellerini ben öptüm, üstümüze kapanırken koca kapılar... Hiç sesin çıkmadığı halde, o acı çığlığını ben duydum senin, etrafımı çevreleyen o kalın duvarların ardından.
Biliyor musun, bu yıl yine yılın annesini seçecekler! Hem de seni hiç tanımadan. Senin,bütün zamanların annesi olduğunu belki de hiç bilemeyecekler. Nereden bilsinler? Onlar sana ilişkin en kutsal sevgiyi bile alış veriş pazarlarına dökerler. Bunun adı, vahşi kapitalizm!
Bu pazar sana hediye almayacağım!
Kısacası; sana diyeceğim şu anne:
“Teşekkür ederim, annem olduğun için...”