Turgutlu'nun düşman işgalinden tam olarak kurtulduğu gün olan 7 Eylül günü Turgutlu’da gerçekten de bir çok anlamlı olaylar ve karşılaşmalar da yaşanıyordu. Ama bunlardanMustafa Kemal'in de anılarında önemli yer tutan ve hiç unutamadığını söylediği bir olay vardır ki, bu olayı da ayrıntılarıyla anlatalım.
Yunanlıları demiryolu doğrultusunda batıya doğru kaçırtan Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun birlikleri, Atlı Takip Müfrezesi’nden sonra, yavaş yavaş Turgutlu’ya girmeye başlamıştı. Öğleye doğru Tabakhane sokağından kente giren Türk birlikleri, ilçenin yanmamış evlerinin arasındaki tek caddeden ilerledi. İkindiye doğru ise Turgutlu’da halk ve Ulusal Kurtuluş Ordusu askerleri birbirleriyle kaynaşmış bir haldeydi. Acılı Kasaba halkı kurtarıcılarını tam anlamıyla bağrına basmıştı.
Başkomutan Mustafa Kemal ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ile Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa'nın ve Ulusal Kurtuluş Ordusu’ndaki bütün büyük komutanların Turgutlu’da karargah kurduklarını öğrenen kasaba halkı, akın akın karargahın bulunduğu yere doğru gitmeye başlamıştı. Kasabalılar kurtarıcılarını görmek istiyordu. Büyük bir heyecan içinde,
— Gazi Paşa gelmiş! Gazi Paşa Kasaba’ya gelmiş!, diyerek haberi bağıra çağıra, sevinç içinde birbirlerine duyurmaya çalışıyorlardı. Kısa bir süre sonra, Mustafa Kemal’in ordu komutanlarıyla birlikte karargah kurduğu şimdiki Karpuzkaldıran Parkı civarı, sabırsız bir Kasabalı topluluğu tarafından doldurulmuş durumdaydı.
Aynı anda Turgutlu’daki Ulusal Kurtuluş Ordusu'nda görevli bir birlik ise, ilçe içinde başlattığı yoğum arama-tarama operasyonunu sürdürmekteydi. Türk askeri, şimdi halktan bazılarının rehberliğinde şehir içinde ve civarında operasyon yaparak, Yunan askeriyle işbirliği yapan ya da yangın sırasında yangın postasındakilere yardım eden, yangın postasında görev alan, halkın katledilmesi süresince görev yapan suçluların yakalanabilmesi için hızlı bir takip ve arama-tarama işi yürütmekteydi.
Turgutlu'nun kurtuluş günü Sinirli köyü civarına konuşlanan Türk birlik komutanları (7 Eylül 1922)
Bu arada, bir yandan da enkazların kaldırılması, cesetlerin toplanması işi de yürütülüyordu. Enkazlar altından çıkarılan cesetlerden başka, yaralı insanlar da çıkarılıyordu. (Türk askerinin ilçeye gelişinden 19 gün sonra bile enkazlar altından hala cesetler çıkarılmıştır.) Şehir içindeki kuyular da cesetlerle doluydu... Bütün bu arama-tarama, ceset ve enkaz kaldırma çalışmaları sırasında da ilginç gelişmeler yaşanıyordu...
Tüm kasabanın ateşe verildiği o büyük ve korkunç yangında, yangın postalarının yakmadığı tek binalar; Rum, Ermeni, Yahudi gibi gayrı-Müslimlere ait konut ve dükkanlar ile bunlara ait ve kilise, havra vb. yerlerdi. Bu tür binalar bu nedenle yangında ayakta kalan binalar olmuştu.
Kasaba’daki en büyük kiliselerden biri de, o dönemde ilçenin giriş kısmında yer alan veMustafa Kemal’in bahçesinde karargah kurduğu Bodos adlı Rum’un fabrikası (şimdiki Karpuzkaldıran Parkı) karşısında bulunuyordu...
Şehir içinde bir yandan arama-tarama işleri yürütülürken, Mustafa Kemal’in bulunduğu karargaha gelerek kendisini görmeye çalışan halk içinden birkaç kişi, karargah alanının biraz ilerisinde bulunan bu kilisenin penceresinden içeriye merakla bakarken, bir ara kilisenin içindeki halılar üzerinde bir kıpırdanma ve hareketlilik görünce, hemen paniğe kapılmış, birilerinin (büyük olasılıkla düşman) buraya saklandıkları sonucuna varmışlardı. O panik ve heyecanla, bir iddiaya göre yaşadıkları onca acı ve zulüm karşılığında bir tür intikam almak düşüncesiyle, kiliseyi ateşe vermişler.
Şehir içinde bir yandan arama-tarama işleri yürütülürken, Mustafa Kemal’in bulunduğu karargaha gelerek kendisini görmeye çalışan halk içinden birkaç kişi, karargah alanının biraz ilerisinde bulunan bu kilisenin penceresinden içeriye merakla bakarken, bir ara kilisenin içindeki halılar üzerinde bir kıpırdanma ve hareketlilik görünce, hemen paniğe kapılmış, birilerinin (büyük olasılıkla düşman) buraya saklandıkları sonucuna varmışlardı. O panik ve heyecanla, bir iddiaya göre yaşadıkları onca acı ve zulüm karşılığında bir tür intikam almak düşüncesiyle, kiliseyi ateşe vermişler.
Kilise yanmaya başladığında da bazı patlamalar duyulmuş, bu patlamaların da bomba olabileceği düşünülmüş, kilise içinde saklanan kişilerin de Turgutlu’nun yakılması işinde görev alan yangın postasında yer alan ya da onlarla işbirliği yapan, talan ve soygun işinde bulunan birileri olabileceği düşünülmüş. İçeride bulunanların ise, Turgutlu’nun kurtuluşu ve Türk askerinin ilçeye gelişi sırasında, canlarını kurtarmak için bu kiliseye sığınan birkaç Ermeni olduğu sonradan anlaşılmış. Kilisenin ateşe verilmesi sırasında, etrafın çok kalabalık olması dolayısıyla, canlarını kurtarabilmek için de olsa, kiliseden çıkmayı göze alamayan bu kişiler de kilise içinde yanarak ölmüşlerdi.
Mustafa Kemal’i görebilmek için buraya gelmiş olan halkın ve kilisenin karşısında karargah kuran Mustafa Kemal ile diğer komutanların dikkati de, biraz da yanarken duyulan patlama sesleri dolayısıyla, bu yanan kiliseye çevrilmişti. İşte u sırada, çok anlamlı ve Mustafa Kemal’in de anılarında derin ve özel bir iz bırakan ilginç bir olay yaşanıyordu...
Mustafa Kemal’in karargah kurduğu alan ile yanmakta olan kilisenin bulunduğu alan asırlık ulu çınarlarla kaplıydı. Yanan kilisenin kubbesine ise Türk bayrağı çekilmişti. Canlarını kurtarabilmek umuduyla bu kiliseye sığınanların, belki de kendilerine bir zarar gelmemesi ya da kiliseye dokunulmamasını sağlamak amacıyla buldukları bir çözüm olabilirdi bu. Bunun dışında, belki de bir tuzak ve suikastta bulunabilmek ya da Türkleri yanıltabilmek amacıyla başvurulmuş bir plan sonucu kiliseye Türk bayrağı çekilmiş de olabilirdi. Kiliseye Türk bayrağı çekilmesinin ya da kimler tarafından bu bayrağın oraya çekildiğinin kesin ve net bir nedeni saptanamamış. Ancak, bu görüntünün yarattığı sonuç ise, kilisedeki yangını izleyen hem halk açısından, hem deMustafa Kemal açısından kendilerinde derin ve mistik bir iz de bırakmıştı.
Bu ilginç olay ve anı, olayı izleyenlerden Mustafa Kemal’in başyaveri Salih Bozok, daha sonra anılarında şöyle yorumlayacaktır: “Bu durum hazırlanmış bir tuzak sonucu olabilirdi. Buna göre; bütün Kasaba’yı yanmış olarak bulacak Türk ordusu komutanları, bu harabe ortasında, gerçekten bir saray kadar büyük ve döşeli olan bu Ortodoks kilisesi binasını kullanmak isteyecekler, böylece burası onlara mezar olması için bir tuzak olacaktı.”
Ancak Bozok’un bu varsayımına katılmak biraz zor olsa gerek. Kilise içinde yangın sırasında ard arda, büyük olasılıkla bomba olabileceği yorumu yapılan bazı patlamalar olması dolayısıylaBozok böyle bir yorum geliştirmişse de, gerek Yunanlılar, gerekse Ermeniler, Türk ordusunun kendilerine karargah olarak hiçbir zaman bir kiliseyi seçmeyeceklerini de çok iyi bilirler. Bu nedenle, Bozok’un anılarında aktardığı bu yoruma katılmak biraz zor.
Aynı olayı yine yangını izleyenlerden Ruşen Eşref (Ünaydin) ise anılarında şöyle anlatır:
“Bir yandan ateşe verilmiş Kasaba’nın kenarında, kubbesine Türk bayrağı çekilmiş bir de kilise yanıyordu. Niçin Türk bayrağı çekilmişti? Niçin o yapı yanıyordu? Anlaşılıyordu ki; gidenler önce bu bayrağı çekerek burasını kurtarmayı tasarlamışlar, fakat son anda caymışlar. Kasaba’nın bir kısmı ile birlikte burasını da ateşe vermişler.
Gelen geçenden, köylüden epeyce bir kalabalık o kilisenin karşısında halka olmuş duruyordu. Alev kubbeyi sarıp kurşunlar eriyince bayrak ne olacak? Kendine doğru gittikçe yükselip sarmaktaki sıcak havanın içinde, çırpınışları gittikçe artan bayrak? Herkes merakla ona bakıyordu. İşte alev kubbeyi yalamaya başladı...
Herkes bu seyre dalmışken, birden el çırpmaları duyuldu.
— Hey aslan! Yaşa! Büyük uğur, büyük uğur!, diye haykırışlar işitildi. Seyredenler, bir keramet karşısında kalmışlar gibi coşmuşlardı. Zira yanacak diye üzüldükleri bayrak, kubbenin üstündeki puta dikilmiş olan direğe bağlı ip yanınca, birden havalanmış, uçmuş ve kendini o harlı baskıdan dışarıya atmış, yoldaki bir büyük çınarın üstüne sağ salim konmuştu. Türk milletinin zaferini tamamladığını, milletimizin sonsuza dek yaşayacağını, kendisinin de sonsuza dek göklerde dalgalanacağının müjdesini veriyordu...”
Bu ilginç olay, o günkü psikolojik ortam içinde hafızalardan silinemeyecek bir görüntü olarak Turgutlu tarihinde yer alacak önemli bir ayrıntı olurken, olayı izleyen pek çok kişi için yaşadıkları o psikoloji nedeniyle Ruşen Eşref tarafından bu olaya bir takım mistik anlamlar da yükleyerek, adeta zaferin kazanıldığı şeklinde bir keramet gibi aktarılıyor.