“Şeyh”, “derviş”, “imam” ve “ögretmen” gibi sıfatlara ulaşmış bir kişilik ve karakter olan Tur’ud’un liderliğini benimseyen ve onun bilge kişiliği ile karekterini kendilerine bir ögreti ve felsefe kabul eden kuşakları, doğal olarak “barışsever” bir topluluktu. Bu yüzden, zamanla yeni göçler de alarak büyüyüp gelişen bu yerleşim, Dalbahçe vb. gibi yerlere de dağılarak yeni yerleşimler ve köy veya köycükler de oluşturur...
Osmanlı padişahları Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566)’ın 1531’de ve 3. Murat (1574-1595)’ın da 1575’de yaptırdıkları yazımlarda Manisa’ya bağlı Yengi bucağının “Turudlu”yerleşimi kaydı vardır. 1531’de Aydın eyaletinin Saruhan sancağına bağlı olan Manisa kazasının Yengi, Palamut, Doğanhisarı ve Çansa nahiyeleri, 1575’te de Belen, Emlak, Palamut, Yengi ve Yuntdağı nahiyeleri olduğu bilinmektedir. Bu tarihlerde “Turudlu” adıyla bir nahiyeden söz edilmemektedir. Bunun nedeni de, bu köyün, bir Türk yerleşimi olarak Saruhan sancağına bağlı olarak yönetim altına alınan Manisa kazasına ve köy yerleşimi olarak da Yengi nahiyesine bağlanmış olmasıdır. Yengi nahiyesi; Manisa’nın doğusunda, Gediz Ovası’nın güneyine doğru veKemalpaşa (eski adıyla Nif) ovasının ağzında yer alırdı. (Döndü Şengel - Cumhuriyetin İlk Yıllarında Turgutlu, Sf: 4)
1654’te, Sultan 3. Mehmet devrinden itibaren Valide Sultanlar Hass’ına dahil edilen yöremizdeki bu yerleşim, zamanla büyüyüp gelişmesine paralel olarak 1660 yılında da Yengi’den nahiye ünvanini almıştır.
Ama bundan önce de, “Celali İsyanları” sırasında köy halkının bu isyandan kendilerini korumak amacıyla, eski çaglardan kalma surları onarıp genişleterek yerleşimi “berkitilmiş” bir hale getirmeleri, zamanın Saruhan Sancak Beyi’nin adamlarınca yıktırılmak istenmesine karşin, direniş gösterip, devrin padişahına gönderdikleri dilekçe ile surların korunmasının sağlanması başarısını elde etmeleri dolayısıyla, bu galibiyeti çagristiran bir anlamda Zafer İstihkamıanlamında, “Yengi Kasabası” adını almıştır.
Yöremizdeki Türk yerleşimi böylesi bir niteliğe ulaşmasının ardından da, Yengi nahiyesi buraya bağlanmış, Manisa Kadısı’nın 21 Mart 1610 tarihli hükmünde de bu yöreye her pazartesi günü haftalık pazar kurulması kararı alınmasının ardından Yengi adı da unutulup, sadece “Kasaba”adıyla anılmaya başlamıştır.
Celali isyanlarının yöremizdeki etkileri:
16. yüzyıldan 17. yüzyılın sonlarına kadar devam eden ve tüm Anadolu’yu kasıp kavuran bu isyanların, doğal olarak yöremizde de etkileri görülür. Özellikle 1608 (bazı kaynaklara göre 1603) yılında, Kalenderoğlu Mehmet, Manisa’yı 7 ay boyunca işgal altında tutar. AncakSultan 1. Ahmet ve Kuyucu Murat Paşa tarafından, Ankara’nın Sancak Beyliği’nin kendisine verilmesi ile Manisa’dan çikarilmasi başarılabilmiştir.
Bu yıllarda Kırkağaç yağmalanmış, Saruhanlı’da başlayan sipahi hareketleri alevlenmiş, Manisa ve yöresi de kuşatılmıştı. Kırkağaç’ı basan 2 bin kişilik isyancı grup, daha sonra Kula’yı da kuşatmış, Kula ve köyleri yağmalanıp ateşe verildikten sonra, Akhisar, Alaşehir ve yöre köyleri de aynı şekilde basılarak tahrip edilmişti.
Bu sırada halkın merkeze yolladığı şikayetlere karşi, saraydan verilen yanıt; “Manisa askerinin seferde bulunması dolayısıyla, bu isyancıların kuşatmalarına engel olunamayacağı ve halkın birleşerek hep beraber bu isyancıları yola getirmesi gerektiği”şeklindedir. Sarayın acizliği ve halkın da yağmalara karşi savunmasız ve çaresiz kaldığı bu ortamda, Saruhan Sancağı’nın bir bütün olarak çok zarar gördüğü bilgileri yer alır...
İsyan ve direnişin kasabalaştırdığı yer...
İşte bu ortamda, yöremizdeki halkın bulabildiği tek çözüm yolu; saldırılardan ve yağmadan korunabilmek ve kendilerini savunabilmek için, Lidya uygarlığı zamanında, Troketta diye anılan antik kent çevresine, eski Bizans döneminde stratejik konumu dolayısıyla tahkim etmek üzere yaptırılan tarihi surları onararak, kendilerini ve yerleşimlerini de savunabilecekleri şekilde genişletmek olmuştur. Bu çözüm etkili de olmuş olmalı. Çünkü bazı kaynaklarda, zamanın Saruhan Sancak Beyi’nin isyancılarla dayanışma içinde olan adamlarınca bu surların yıktırılmak istendiği de belirtilmektedir...
Yöre halkı, kendilerine savunma için bulabildikleri yegane çözüm olarak gördükleri tarihi surların Saruhan Sancak Beyi’nin adamlarınca yıktırılmak istenmesi kararına karşi direniş gösterir. Bir dilekçe ile saraya başvurarak, Sultan 1. Ahmet’ten köylerinin etrafındaki bu surların yıkılmasının engellenmesi istenir. Ve sarayın verdiği yanıtla birlikte, 13 Mart 1609 tarihli hüküm ve fermanı ile, bu surların yıkılması önlenmis olur.
Lidya döneminde kurulan Troketta'ya ait olduğu sanılan eski kale duvarları
Saruhan Sancak Beyi’nin kararına karşi direnen halkın, bir anlamda kazanmış olduğu bu“zafer” (ya da yengi) nedeniyle de, yöremizde “Turud aşireti”nin yerleşip zamanla yayıldığı bu yerleşime, bu utku ve galibiyet anlamına gelen, bir anlamda “Zafer İstihkamı” diye çagrisim yapacak olan “Yengi Kasabası” da denilmeye başlar.
Etrafındaki surların onarılıp genişletilmesi ve sarayın da bunu resmi olarak onaylaması sonrasında, “berkitilmiş” bir nitelik de kazanılmış olduğundan ve çevredeki küçük köycüklerde yaşayanların da isyancıların yağma ve baskınlarından korkup güvenli bir yer olarak bu yöreye sığınmaları şeklinde de gerçekleşen göçler sonucu nüfus olarak da bir hayli artan bu yerleşim, artık bir “köy” statüsünden de çikarak, “nahiye” konumuna ulaşir.
21 Mart 1610 tarihinde de, Manisa Kadısı’nın bir hükmüyle, “haftanın her pazartesi günü haftalık pazar kurulabileceği” belirtilmiş ve bu hükümde de yörenin adı“Kasaba” olarak belirtilmiştir. Düzenli bir pazar kurulması olayı, burayı daha da işlek bir hale getirir ve diğer nahiyelere göre nüfusunun daha da artarak, gelişip kentleşmesine etken olur.
Bu pazar yeri hakkında şunlar söylenir: “Turgutlu’nun, yakınında bir pazar yerinin kurulduğu ve bugün olmayan Gökçeağaç adlı köyle birlikte anıldığı görülen Yengipazarı’nda, pazar yeri olmanın kazandırdığı ticari olanaklar yanında, tarımın da önemli bir yeri vardı.... Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde Tahılpazarı, Loncaların yerinin Piyaleoğlu Camii’nin adını bile değiştirterek Pazar Camii dedirten ünlü Yengipazarı bu yerdedir.” (Opr. Dr. M. N. Dinçsoy - A.g.e., Sf: 161, 162) Bundan sonra da, bağlı bulunduğu Yengi bucağından ayrılarak, ayrı bir nahiye haline gelen yöremizdeki bu yerleşim, Yengi’nin de kendisine bağlanması suretiyle, Yengi bucağı merkezinin de yerini alarak, zamanla artık sadece “Kasaba” adı ile anılmaya başlar...
Yani; tüm Anadolu’yu kasıp kavuran isyanların yaşadığımız yöredeki etkilerinden birisi, adınıOsman Bey’in nihakını kıyan Şeyh Tur’ud’un kurucusu olduğu aşiretten alan yöremizdeki yerleşimin göçler dolayısıyla büyümesi ve yöre halkının da direnişi sonucunda da “kasaba”ya dönüşmesi sonucunu yaratmıştır...
Tarihin büyüttüğü yer...
Evliya Çelebi'nin 10 ciltlik ünlü eseri Seyahatname’nin 9. cildinde, yöremize gerçeklestirdigi 1671 yılı Temmuz ayı ortalarındaki gezi ile ilgili anlatımları, bir çok konuya ışık tutabilecek niteliktedir. Evliya Çelebi, bu geziyi Urganlı ılıcalarından sonra, Urganlı-Kasaba arasındaki eski tarihi yolu (ünlü Kral Yolu veya Kervan Yolu) izleyerek gerçekleştirir. Önce Gölmarmara’dan Urganlı ılıcalarına geçen Evliya Çelebi, ardından Gediz Nehri’ni kuzeyden güneye atla geçerek, 300 haneli ve camili olduğunu belirttiği Karaitli köyüne varır.
“Bugün bu köy yoktur. Sadece yıkılmış bir hamam kalıntısı vardır...” Buradan ulu bir yaylanın eteğinde, bağlı, bahçeli, ab-ı hayatlı camii ve hamamı olan, Temmuz ayı ortalarında halkın çiktigi “Yayla” köyüne ulaşiyor. Yöredeki yerleşimin de, bundan 1 saat uzaklıkta, batıda, düz bir ovanın ortasında ve Gediz Nehri’ne yakın olduğunu yer olarak belirtiyor.
“Gencerpınarı’nın varlığı ve nitelikleriyle, asıl adı “Oba yolu” iken, halkın dilinde “Ova yolu”na dönüşen, kentin bugünkü kanalizasyon kolektörünün bir bölümünün geçtiği ‘Sulu sokak’taki evlerin ahşap motiflerle süslü saçakları ve bu yolun ‘sokak’ olarak adlandırılması, bu eski Anadolu tipi evleriyle birlikte, Evliya Çelebi’nin “Gediz’e yakın, düz bir ovanın ortasında” olarak belirlediği şehrimizin ilk kuruluş yerinin Gürköy, Gencerpınarı ile yöredeki tımarlarda olması daha akla yatkın, mantıklı bir tahmin ve oranlama gibi görünüyor.
Eski yerleşimin ilk mahalleleri Menteşbaba, Küllük ve Dutluçarşi mahallelerinin yapımında kullanılan kerpiçler için alınan toprakların yerlerinde, eski Tabakhane’nin güneyinde yer alan çukurlarla, Hacı Zeynel mescidinin kuzey doğusunda gölcükler oluşmuştur. Eski Tabakhane’nin güneyindeki çukur tarlalarla, sonradan doldurulup üzerine evler yapılan göl yerleri de, (Feridun M. Emecen - 16. Yüzyılda Manisa Ka-zası, Cilt: 3, Sf: 736) ilk yerleşiminGediz Ovası’na serpiştirildiği ve bu yerleşimin daha sonraları diğer küçük köy ve köycüklerle beraber birleşik bir merkez ünite haline dönüştüğü ve ilk yerleşimin Gencerpınarı-Gürköy (*) civarında olduğu savını doğruluyor...
Daha önce belirttiğimiz gibi, 1531 ve 1575 yıllarındaki yazılımlarda “Büyük Yayla, Bostancı, İsmailli, Hediyeler, Azizli, Gürköy, Kasımlı (Kısmalı olabilir) ve Yengi-pazarı adlı yerleşim yerlerinin Tur’udlu Hass ünitesine bağlı oldukları ve buralara Türkmen yörüklerinin yerleşerekKasaba’yı oluşturdukları, bunlardan Beypınarı (Ulupınar) kuyusunun bulunduğu Azizli’nin en büyük, camili, hamamlı, ve etrafı bağlık, bahçelik olup, yazın sıcak aylarında yöre halkının Büyük Yayla’ya taşindıkları Evliya Çelebi’nin Seyahatname'sinde de açıklanıyor.
"...1531 yazımında, toplamı 290 hane ve 71 mezradan oluşan köyün (Tur’udlu) nüfusunun 44 yıl içinde daha da kalabalıklaştığı, 1575’de yazılımlarda da 5 mahalleyi bulduğu görülmüştür. Bu mahallelerin adları ve hane sayısı şöyledir: Camii Cedit (Şimdiki Albayrak mahallesi): 199 ev, Menteş Baba mahallesi: 44 ev, Yeni Mescit mahallesi: 61 ev olmak üzere toplam 989 hane olduğu ileri sürülür.” Yerleşimin en hareketli yeri olan ve “Turudlu Çarsi” olarak tanımlanan bugünkü Albayrak mahallesinde yer alan semt ise; zamanla halk tarafından “Dutlu Çarsi”şekline dönüştürülmüştür. “Yöreye bu adı verecek hiç bir dut ağacı yoktu. Onun yerine, yüzyıllar boyu yaşamış , kovuğuna hasır sererek üç kişinin oturabildiği büyük bir çinar ağacı vardı.” (Opr. Dr. M. Niyazi Dinçsoy - A.g.e., Sf: 171) Dolayısıyla bu çarsi adını “dut”tan değil,“Turud”dan almış ve zamanla halk dilinde yuvarlanarak bu şekle dönüşmüştür.
1595 yılında meydana gelen büyük depremde, Urganlı, Hamzabeyli, Azizli köylerinin tamamen battığı, Manisa’da Gediz köprüsünün yakınlarında karasulu bir kaynağın oluşması nedeniyle, Sultan 2. Süleyman tarafından, yöremiz halkının tüm vergilerden affedildiği, bunun üzerine de Albayrak ve Özyurt mahallelerinin sınırları içinde kalan Çukurbahçe’den yapılan kerpiçlerle (burasının alınan topraklarla çukurlastigi ve bu nedenle bu adı aldığı anlaşilmaktadır) inşa edilen, başta “Konak” adı verilen Devlet binaları olmak üzere, Hakim, Şerif, Kaza, Karakol, Müftü, Askeri Kışla, Nakip, Kethüda, Voyvoda binalarının da bulunduğu yerler, “Turudlu Çarsi” ya da oraya komşu yerlerdir. Samanpazarı’na kadar olan dağınık yerleşim alanlarının araları da zamanla doldurulmuş ve kent 120 yıl içinde büyümüştür.
Evliya Çelebi’nin yöreye 1671 yılı yazında yaptığı gezide anlattıklarına göre ise, kentin o zamanki yıllarda “Samanpazarı” semtine kadar yayıldığı anlaşilıyor. 17. yüzyıla kadar köy statüsünü taşidığı görülen yöremizdeki yerleşimin, Kasımlı, Gürköy ve Yayla yerleşim yerleriyle birlikte bir “Hass ünitesi” oluşturarak Padişah hassları’na karıştığı, bugün birer tımar olarak bilinen bu yerlerden Gürköy’ün hala bir köy sıfatıyla anılması da Turudlu’nun köyden bucağa, bucaktan kasabaya doğru, tarihsel olaylar ve gelişmelerden de etkilenerek gösterdiği gelişimi destekler nitelikteki diğer örneklerdir...
17. yüzyılın başlarındaki isyanlar, görüldüğü gibi, isyanların etkisiyle talanlardan kaçan yöredeki halkın başka yerlere göçmesi sonucu, tımarların birleşerek yeni yerleşim yerlerinin kurulmasını da oluşturmuştur. Bu gelişmelere karşilık yöredeki gücünü pekiştirmek ve korumak isteyen Osmanlı Devleti, yeni yerleşim yerleri de oluşturmaya ve bazı yerleşim yerlerini de yeni nüfuslar getirterek güçlendirme, bir anlamda tahkim etmeye yönelir.
19. yüzyılda Turgutlu...
Evliya Çelebi, Seyahatname’de yöremizin adından “Tur’udlu” olarak söz eder. Ancak, o yıllarda yöremizle ilgili “Kasaba” adı genel bir ad olarak kullanılmaya başlamıştı da... Ve“Kasaba” adı, 19. yüzyıl başlarına kadar da genel bir ad olarak bilinmekte ve söylenmekteydi. Bu devre kadar “Kasaba” olarak anılan şehrimiz, Osmanlı tarihinde çok önemli bir yeri olan,Gülhane Hattı Hümayun’u diye de bilinen “Tanzimat” döneminden (1839) itibaren,“Kasaba-i Turgutlu” (Turgutlu Kasabası) olarak da anılmaya başlamıştır.
Genç yaşta tahta çikan Sultan Abdülmecid ve sadrazam Mustafa Reşit Paşa, bu dönemde pek çok yenilik getirecek bazı reformist uygulamalara yönelmişlerdi. Tanzimat’ın getirdiği yeniliklerden yöremizin etkilenişi ise ilk etapta idari statüsünün resmileştirilmesi ve artık “Kasaba” yerine “Kasaba-i Turgutlu” diye anılması olmuş..
Ne var ki; bu adın çok uzun gelmesi dolayısıyla olsa gerek, zamanla yine kolay olan eski adıyla“Kasaba” olarak anılması devam etmiş... Daha sonra ise; 1862’de İzmir-Kasaba Demiryolu’nun yapımına başlanmış, yol 1866’da işletmeye açıldığında da, istasyona “Turgutlu Kasabası” diye yazılmasının uzun gelmesi dolayısıyla yine bu adın “Kasaba” olarak yazılması sonucu, bu ad artık iyice benimsenen ve kanıksanan bir ad haline de gelmiş...
(*) Gürköy: Kör köyü “Köyün kuruluş tarihi Saruhanoğullarına kadar uzanır. Köyde bu aileye ait bir çiftlik vardır. Burası daha sonra 2. Bayezit tarafından Manisa’daki “Aynıalibaba Zaviyesi” vakfına bağlanmıştır.” ( Opr. Dr. M. N. Dinçsoy - A.g.e., Sf: 160)