Yangından ve ölümden kurtulmayı başararak şehir dışına kaçan pek çok kasabalı, 5-6 Eylül’de göç için yollara düşmüştü...
“Tabakhanenin yanından, daha doğusundaki Hasan Çavus’un zeytinli bağında saklanarak, geceyi orada geçirdik. Sabah olup ortalık ağarınca, her asma ağacının altından bir insan başının çıktığını gördük. Bunlar, yaşlı kadın, kız ve erkek çocuklardı. Bütün gece, kısılmış ağlamalar, iniltiler duyuldu. Bunlar, akrep ve benzeri böceklerin soktuğu insanların ya da baskıya uğrayan kadın ve kızların feryat ve figanları idi. Nitekim bizin yanımızdaki gözleri görmeyen yaşlı Kezban bacı da akrepten payını almıştı..
Gün doğarken, herkesle beraber, kafile halinde “Kargılı Yol”un kuytusundan faydalanarak ovaya doğru yürümeye başladık. Anam hamileydi, 2 yaşındaki kardeşimi sırtlamak bana düştü. Demiryoluna geldiğimizde, bu yolun çekilen kılıç artıkları ile çapulcu Rum ve Ermenilerden oluşan kişilerle tıkandığını gördük. Bu tıkanıklığın, Batı Cephesi komutanlığımızın 4 Eylül 1922 Pazartesi günü saat 13.45’te verdiği emir dolayısıyla, ordumuzun 5 Eylül 1922 Salı günkü hedeflerini İngilizlerden öğrenen Hacı Anesti’nin, General Franko birliklerinin kalıntılarına, bütün kuvvetlerini Kasaba’ya çekmesi emrini vermiş ve bu emrin yerine getirilmiş olmasından kaynaklandığını sonradan öğrendik...
Bu durum karşısında, herkes gibi biz de çaresiz olarak demiryolunun altındaki köprünün dere yatağından yılanlar gibi sürünerek, yine kargılı yolun devamınca ovaya kaçtık. Bu yol bitince de, arada sırada da olsa, havada görülen düşman uçaklarından korunmak için, böğürtlen dikenleri ile örtülü hendeklerin içinden çakallar gibi sürünüp, babamın bulunduğu Yassıgeçit’teki bağımıza ulaşabildik. Bu defa 6 Eylül 1922 Çarşamba sabahı yollarını şaşırarak, tarlalar içinden dağınık ve başıbozuk bir halde kaçan karışık birliklerin saldırısına uğradık. Bunlar, 1. Süvari Tümeni’mize bağlı birliklerin saldırıları üzerine Sart-Bintepeler hattında tutunamayan topçu takviyeli düşmanın, Plastıras tümeninin efzonlarla karışık, kaçan gözü dönmüş canavarlarıydı. Hepimize saldırdılar, üzerimizde para, saat ve kadınlardaki mücevher gibi neler varsa hepsini aldılar. Saldırılar mala ve dipçiklemek de suretiyle cana yönelikti. Bu gurup ağabeyimi ve daha birkaç erkeği yanlarına alarak götürdüler. Fakat bu kılavuzlar da, bu güruhu ova içinde hedefsiz bir şekilde dolaştırdıklarından, bunların hepsi hiçbir silah kullanmadan, beş on saat sonra gelen birliklerimizce esir alındılar...” (1)
Tüm bunlar, elbette ki o vahşet ortamından kaçmayı başaran ve sonrasında da canını kurtarabilenlerin, başlarından geçenlere ilişkin anlatımlarına bir örnek. Ama ya kaçmayı başaramayanlar? Onların başlarına gelenleri de ancak başkalarından öğrenebiliyoruz.
İşte bunlara bazı örnekler:
— Yangından kurtulmayı başarabilenlerden Ayşe Hanım adındaki bir kadın iki kolu kesilmiş bir halde bulunmuştu. Yıkıntılar arasından çıkartılan 70-80 yaşlarında 40 kadar kadın-erkek yaşlı insan ağır yaralı bir halde kurtarılabilmişti...
— Giritli Hasan Efendi’nin eşi Pakize Hanım, kocasını kurtarabilmek ve namusunu koruyabilmek için Yunan askerlerine karşı eline geçirebildiği bir odunla savaşmaya çalışmış, sonrasında ise hayatını kaybetmişti. Kocası ise ağır yaralı olarak kurtulmayı başarabiliyordu...
— 4 oğlunu kurtarabilmek için boğaz boğaza savaşmak zorunda kalan 70 yaşlarında bir kadın ağır bir şekilde yaralı olarak bulundu...
— Göğüsleri parçalanmış kız ve kadınların sayısı çok büyük rakamlara ulaşmıştı... Bir çok kadın ve kız, sadece namuslarını korumak, tecavüzden korunabilmek için direnirken öldürülmüştü. Buna karşın, düşman elinden canını kurtarmayı başarabilen, ama tecavüze uğramış 100 kadar kızın tespit edildiği de kaydedilmiştir. Yaralı olanların sayısı ise çok fazla...
Ölenlerin tam sayısı kesin olarak saptanamamakla birlikte, sonraları ilçeye gelen Tahkik Komisyonu tarafından, 1200 olarak açıklanmıştı. Yangınla birlikte başlayan bu yağma, soygun, talan, tecavüz, işkence ve katliam olayları, Ulusal Kurtuluş Ordusu birlikleriTurgutlu’ya yetişinceye kadar da devam etmişti... Turgutlu’daki yangının büyük bir alanda devam ettiği ve katliamla soygun olaylarının başladığı5 Eylül Salı günü, Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun Turgutlu’ya doğru ilerleyişi ise çeşitli engellere rağmen devam etmekteydi...
Yunan kuvvetleriyle girdiği bir çok çatışmadan sonra 5 Eylül günü sabah saat 08.15’de Salihli’ye giren 11. Alay, kayıplara aldırmayarak sürdürdüğü sokak savaşı sonucunda istasyona kadar ilerlemeyi başarmıştı. Öğleye doğru Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun diğer birliklerinin ve Kolordu’nun yetişmesiyle de Salihli akşam saatlerinde düşman işgalinden tamamen kurtarılmıştı. 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa da, 6 Eylül gününün akşamı saat 20.00’de Salihli’ye yetiştiğinde, akşamı Salihli yöresinde geçiren 5. Süvari Kolordusu 6 Eylül günü için harekete geçmişti.
İlerleyişini İzmir hedefine göre sürdürmek üzere harekete geçen Kolordu’nun tümenleri ise şöyle yönlendirilmiş durumdaydı: “1. Süvari Tümeni Tatarocağı-Ahmetli istasyonunun 5 km kuzey doğrultusunda ilerleyişini sürdürecek, Gediz kuzeyinden Pazarköy’e ilerlemesi emri verilen 14. Süvari Tümeni de 1. Süvari Tümeni’nin Ahmetli civarında herhangi bir mukavemete uğraması durumunda yardımcı olmak üzere irtibat halinde olacaktı. Ayrıca Gölmarmara-Akhisar doğrultusunda da keşif yapacaktı. Gediz Nehri ile Bozdağ arası 1. Tümenin, Gediz Nehri kuzeyi de 14. Tümenin keşif bölgesi olacak, Kolordu komutanı da 1. Süvari Tümenini takip edecekti.” (2).
6 Eylül günü öğleye doğru, hala yangınlardan kalan dumanların tütmekte olduğu Salihli’den çıkarak Adala’ya doğru yürüyüşe geçen birlikler, düşmanın henüz tutunmakta olduğuBintepeler’e doğru ilerleyişe geçmişti... Bu arada, Kolordu Komutanı, 2. Süvari Tümeni’nin gönderdiği bir rapor doğrultusunda, Batı Cephesi Komutanlığı’na şu bilgileri iletiyordu: “Bir iki gün önceki muharebede Yunanlılar çok kayıp verdi, Salihli’de 50 esirle 2 top alındı kendi yaralılarımızı köylere bıraktık, bunların bir an önce hastanelere sevki gerekmektedir, tümenlerimiz Gediz Nehri’nin iki tarafından Turgutlu’ya doğru ilerlemektedir...”
Bintepeler Savaşı (6 Eylül 1922 Çarşamba)
6 Eylül günü Pazarköy’e doğru hareket eden 14. Süvari Tümeni, Bintepeler civarına geldiğinde burada bir top ateşiyle karşılaştı. Yapılan keşiflerde, Bintepeler’de tutunmuş olan Yunan mevzilerinde bir piyade taburu ile bir süvari bölüğü ve bir batarya olduğu saptanmıştı. Bunlar, Hacı Anesti’nin emriyle Salihli yöresine çekilen General Franko’nun birliklerinden bir kısmıydı. Salihli’de tutunamayan birlikler, son olarak Sart-Bintepeler mevkiinde tutunmaya çalışmıştı.
Bintepeler savaşı da, Kurtuluş savaşı içinde ve özellikle Turgutlu’nun kurtuluş sürecini belirleyen Türk ordusunun ilerleyişi sırasında, önemli savaşlardan biridir. Üzerlerine açılan top ateşi karşısında, 14. Süvari Tümeni topçusu da, 2 topu ile açıkta mevzi alarak ateş açmaya başlar. Süvari Tugayı, 34. Alay kuzeyden, 5. Alay da güneyden Bintepeler’e saldırırlar. Saat 18.00’de Bintepeler’in en yüksek noktasını ele geçiren Türk birlikleri, Tugayın ileri hareketi ile birlikte Yunan birliklerini Batı uca kadar takip eder.
Aynı gün, Taytan-Karayahşi-Tatarocağı yoluyla ilerlemekte olan 1. Süvari Tümeni ise, Çayköy’e ulaştığında, buradan Bintepeler güney eteklerindeki Karayahşi kuzey batısında ve güneyinde kalan Gediz kenarında bir alay kadar Yunanlıların bulunduğunu görür. Yaklaşanların üzerine top ateşi açılınca da Tümen Komutanlığınca Salihli-Ahmetli demiryolu boyunca yancılık yapan birliğe Sart istasyonunu geçmeme emri gönderilirken, 14. Süvari Alayı'na daKarayahşi köyündeki düşmana hücum emri verilir. Ancak alay daha hücuma bile geçmeden düşman birlikleri Bintepeler ve Karayahşi’den çekilince, Tümen de o geceyi (6 Eylül) Karayahşi-Çayköy dolaylarında geçirir. Böylece, 6 Eylül 1922 gecesi, Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun bütün 5. Süvari Kolordusu, gerçek bir Anadolu ulusu olan Lidyalılar’ın başkenti Sart civarında oluşturdukları mezarlıkları olan Bintepeler’de konaklamış oluyorlardı.
O günün sonunda, Afyon’da Başkomutanının “Troyalıların öcünün alındığını” söylediği Yunan ordusunu takip eden Türk birliklerinin özellikle 1. Ordu’nun çoğunluğu antik Lidya topraklarında bulunuyordu. Bu topraklar ki, hiçbir zaman eski ve yeni Yunanlılara ait olmamıştı. Bu topraklarda Luwi’ler, Lidyalılar, İranlılar, Romalılar ve nihayet Türkler yüzyıllarca oturmuşlardı, ama Yunanlılar asla. (3)
O günün gece yarısı saat 01.00’de (7 Eylül) ise, 14. Süvari Tümeni, Kolordu’ya Bintepeler’i ele geçirdiğini bildiriyordu... Türk askerinin Bintepeler Savaşı’nı kazandığı 6 Eylül günü, Turgutlu’da ise yangın devam ediyordu. Tabii katliamlar da. Turgutlu yangını 6 Eylül Çarşamba gününü akşamına kadar sürmüştü. 6 Eylül akşamında Turgutlu’daki manzara kocaman kül yığınları ile artık tam anlamıyla harabeye dönüşmüş ve üzerinde hala dumanların tütmekte olduğu ölü bir kent görünümüydü. Ortalık cesetler ve yaralılar ile doluydu. Yanmış ve çökmüş evlerin yıkıntıları arasından da iniltiler duyulmaktaydı. Türk ordusunun gelişinden 19 gün sonra bile, kuyulardan ve yıkıntıların içinden cesetler çıkarılmaya devam edilecekti...
Ahmetli'nin yakılışı ve kurtuluşu (7 Eylül 1922 Perşembe)
6 Eylül gecesini Sart-Bintepeler’de geçiren Türk birlikleri, 7 Eylül sabahı ise ilerleyişini İzmir istikametinde, Ahmetli’ye doğru sürdürüyordu. Rum nüfusun diğer bölgelere göre çok daha yoğun olduğu bir yerleşim olmasına rağmen, 7 Eylül sabahı Yunan askerleri Ahmetli’yi de ateşe vermişlerdi...
Yunanlılar, Ahmetli’de Türkleri içine doldurdukları binaları ateşe vermiş, ayrıca halktan bir çok kişiyi de kloroform vererek uyutup, benzin içirerek ya da benzine bulayıp yakarak öldürmüşlerdi. Türk birliklerinin ilerleyişi üzerine, Ahmetli’yi yakan Yunan kuvvetleri buranın tamamen yanmasından sonra Turgutlu doğrultusunda çekildiler.
7 Eylül sabahı Milne hattında da tutunamayacaklarını anlayan Yunanlı kuvvetler, geri çekilmelerini sürdürürken, ilerleyişini sürdüren 1. Kolordu’ya bağlı tümenler de Tatarocağı-Ahmetli hattına kadar geldiler. Önce 6. Tümen Kele köyünden Yaraşlı yolu ile Ahmetli’ye ulaşmış, hemen ardından da 14. Tümen Ahmetli’ye girmişti. Ahmetli’ye girişte ve hiçbir düşman saldırısıyla karşılaşmayan Türk birlikleri bu nedenle askeri endişeler yaşamadıklarından sevinç duyuyorlardı, ama bu sevinç gözlerinin tanık olduğu manzarayla derin bir kederin de gölgesinde kalıyordu. DüşmanAhmetli’yi tamamen yaktığından, barınacak tek bir ev bile yoktu. Ahmetli yakılmış, kapkara bir harabeye dönmüştü.
Bu manzarayı Falih Rıfkı Atay şöyle tanımlıyor: “Kararmış, ortasından yarık kerpiç duvarlar kenarında başımıza üşüşmüş köylülerin hikayesini dinliyoruz. ’Dört köylü yangını söndürmek için dağdan indiler, gavur dördünü de ateşe atıp yaktı.’ İşte Ahmetli, yanan binaların iskeleti gösteriyor ki, oldukça güzel bir köydü. İhtiyar bir rençper diyor ki: ’Muharebeden haberimiz yoktu, bir gün baktık ki içerideki gavura hiddet geldi, paramızı, hayvanımızı alıp gittiler, köyümüzü yaktılar, hepimiz dağa çıktık, onun için can ziyanımız yok.’ (4)
Bundan başka, Ahmetli yakınındaki Mersindere, Urganlı ve daha pek çok köy de yakılmıştı. “Mersindere harabesinin hatırasını hiç unutamayacağım. Mersindere, yüz evli bir köydü, yanmamış tek çatı yok. Sarı ve yıkık bir bahçe duvarının kenarında durduk. Sormak için ahaliyi çağırıyoruz. Hiç ses yok. Neferlerden biri indi, “Köylü yok mu?” tekrar bağırdı, cevap alamıyoruz. Sonra harabenin bir köşesinden 13-14 yaşında bir kız çıktı. “Gel yavrum, köylüler nerede?”diye çağırdık.
Kız donuk gözlerle yüzümüze bakıyor be hepimizin söylendiğini görünce eliyle garip bir işaret yaptı ve tekrar geldiği yola giderek bir müddet sonra 2 Yörük kadınıyla avdet etti. Şimdi onlarla konuşuyoruz. Bütün köylüler evsiz, ekmeksiz, hayvansız kaldığı için hicret etmişler. “Yalnız bu kız kaldı” diyorlar.
— O mu? Dilsiz, sağırdır. Ne anası, ne babası var. Biz burada bulduk.
İki Yörük kadını ile konuşurken dilsiz kızın gözlerinden yaşlar damlamaya başladı. Zira açtı.
Kadınlar: “Yanmış buğdayın altını karıştırıp yemeğe savaşıyor” dediler. İki geçici kadından başka hiçbir şey yaşamayan Mersindere harabesinin gecesinde, işitmeyen ve söyleyemeyen bir aç kız acaba ne yapıyor?
Otomobil hareket edip giderken, hala gözlerinden yaş akarak ve dişleriyle parmaklarını kemirerek, hazin ve ümitsiz arkamızdan bakakaldı...” (A.g.e.)
6. Tümen ile 14. Tümen’in Ahmetli’ye girmesinin ardından, yine aynı gün (7 Eylül) 1.Ordu’nun 1. Kolordu karargahı Ahmetli istasyonunda, hastane ve bataryaları gibi ağırlıkları da Yaraşlı’da konaklamışlardı. 2. Kolordu’nun tümenleri ise demiryolu ile Bozdağ arasındaki sarp ve dar arazide aynı yönde, ilerleyişlerini Turgutlu’ya doğru sürdürmekteydiler...
Atlı Takip Müfrezesi, saat 18.00 sularında Akçapınar köyü dolayında ovaya inerek, o civara gelmiş bulunan 5. Süvari Kolordusu’nun 1. Tümeni ile irtibat kurdu. Bütün bu atlı takip müfrezesi, ilerledikleri bütün yol boyunca bir tek Yunanlı askere rastlamadanDerbent köyüne kadar gelebilmişti. Yol boyunca rastladıkları tek şey, kaçan Yunanlı askerlerin arkalarında bıraktıkları toplar, arabalar, cephane gibi bazı donanım ve gereçlerdi. Hatta, düşmanıİzmir’e kadar kovalayarak geldikleri gibi göndermek ve işgal ettikleri tüm bölgelerden silip süpürmek amacıyla oluşturulan bu atlı takip müfrezesi, 7 Eylül günü Turgutlu’ya girinceye kadar düşmanın izine rastlamamıştı. Ya da en azından, Türk birlikleri Salihli’de olduğu gibiTurgutlu’ya herhangi bir çatışma ve çarpışma yaparak girmek zorunda kalmamıştı.
Bunun nedeni ise, Salihli’nin düşman işgalinden kurtarılmasının ardından, burada veBintepeler’deki yenilginin ardından da Sart civarında ve dolayısıyla Milne hattında tutunamayacağını anlayan General Franko’nun kalan birliklerinin şuursuzca bir kaçış içinde bulundukları yerleri hızla terk etmeye yönelmesiydi. Sonuçta 5 Eylül günü Turgutlu ve civarı, kaçak Yunan askerleriyle kaynıyordu.
Bu durum 4 Eylül akşamı başlatılan, 5 ve 6 Eylül günleri de devam eden yangın süresince Turgutlu’daki halkın büyük bir zulüm, talan ve katliam yaşamasının da bir nedeni olmuştu. Ancak Türk askerinin Turgutlu’ya girdiği 7 Eylül günü şehirde ve yakınlarında herhangi önemli bir düşman direnişiyle karşılaşmaması ve herhangi bir çatışmaya girmemiş olmasının nedeni ise, efelerin düşman kuvvetleri üzerine yapmış olduğu baskınlar dolayısıyladır. Araştırmalarım sırasında, Ege’deki kurtuluş mücadelesinin kazanılması sürecinde büyük yeri ve önemi olan efelerin, Turgutlu’da çok yoğun faaliyetleri olduğu ve düşman birliklerine sık sık baskınlar yaptığını vurgulayan örneklere de rastladım. Hatta efelerin bu anlamda son ana kadarTurgutlu civarından hiç ayrılmadıkları örnekleri de vardır.
Bunda da Turgutlu’da Kuvvayı Milliye adına istihbarat görevi yapan, ayrıca Gökçen Efe veYörük Ali Efe ile de bu doğrultuda ilişkileri olan İbn-i Cinni İsmail Hakkı Bey’in (Cinni Hoca) önemli rolü vardı. Örneğin, bir iddiaya göre, Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun 30 Ağustos’ta“Başkomutanlık Meydan Savaşı”nda kazandığı büyük zaferin ardından, Başkomutan Mustafa Kemal’in Dumlupınar’da tüm ordulara “İlk hedefiniz Akdenizdir,ileri” emrini verdiği 1 Eylül günü, Bozdağ’dan inen bir efe çetesinin Turgutlu’ya bir baskın yaparak girdiği, Hükümet Konağını basıp buradaki Yunan bayrağını indirerek, Türk bayrağı astıkları ve böyleceTurgutlu halkına artık düşmanın ve işgal günlerinin sonunun geldiği mesajının verildiği de belirtilir.
“1 Eylül 1922 Cuma günü Çerkez eyerli, rahvan atlara binmiş, başlarındaki feslere de poşular sarmış, göğüslerinde çapraz cephaneli ve mavzerli, zeybek giysili 20-30 kadar atlı Konakönü meydanındaki Hükümet Konağı’nı bastılar. Bunlardan bir kaçı gönderdeki Yunan bayrağını indirip, beraberlerinde getirdikleri Türk bayrağını onun yerine astılar. Kalanları, Yunan erlerini esir ederek binanın alt katındaki bir odaya tıktılar. Civardaki kahvede oturan birkaç kişi, sevinç gözyaşlarıyla atlıların çizmelerini ayaklarını öptüler. O gün öğle üzeri bir yandan Kasaba’daki minarelere bayrağımız çekilirken selalar verildi, ayrıca buralardan seslenilerek Türk milis kuvvetlerinin Kasaba’yı kurtardıkları ilan edildi... Ben o zaman ilkokula giden bir çocuktum ve Konak meydanının güney kenarında yoğurt satıyordum. Bir ara ortalık karıştı. Bu olaylarda yoğurt üskürelerim kırıldı. Çok korktum ve bakır sinimi alarak oradan Çukurbahçe’nin kuzeyinde, Dutluçarşi’daki evimize kaçtım... Bu olaylarla sevinçten şaşırarak sokaklara dökülenler, sonradan Yunan askerlerinin saldırısına uğradı. Yakalananlardan öldürülenlerin, süngülenerek yaralananların, sokaklardaki kuyulara atılanların, bilinmeyen yerlere götürülenlerin, türlü hakaretlere uğrayanların da olduğu kulaktan kulağa söylendi duyuldu...” (6)
Aynı şekilde bir baskın da Turgutlu’daki yangın son günü olan 6 Eylül günü halktan yangından ve katliamdan kurtulmayı başaranlar ovaya kaçarken, bir kısmı da daha güvenli olduğunu düşündüğü dağlara kaçmaya çalışmıştı. Bu nedenle tüm bu gelişmelerden haberdar olan birkaç efe grubu, 6 Eylül gecesi, ya da büyük olasılıkla 7 Eylül günü sabah erken saatlerde Turgutlu’da bulunan dağınık ve kaçkın Yunan askerlerine yönelik baskın yapmışlardı.
Bu olayı da 5. Süvari Kolordusu, ulaşmış olduğu Sinirli köyünden Batı Cephesi Komutanlığı’na gönderdiği bir raporla; “7 Eylül’de Bozdağı’ndan inen zeybeklerin, Ahmetli’den Turgutlu’ya çekilen Yunanlılara ateş baskınları yaptıklarını ve fazlasıyla kayıplar verdirdikleri” şeklinde bildirmiştir. (5)
Yararlanılan kaynaklar:
3-Teoman Ergül-Kurtuluş Savaşı’nda Manisa Sf: 321
4-Falih Rıfkı Atay-Salihli Harabelerinde-İzmir’den Bursa’ya Sf: 73
5-Teoman Ergül-Kurtuluş Savaşı’nda Manisa Sf: 328
6-Op. Dr. M. N. Dinçsoy - Turgutlu'nun Dramı Sf: 346