Yunan 5. Alay Komutanı Albay Çakalos, kendisini Hastane ve Garda bekleyen Manisa Mutasarrıfı Hüsnü Bey ve maiyetinin sunduğu ekmek ve tuzu kabul ederken, Manisa halkından kendilerine karşı herhangi bir direniş hareketi gelmeyeceğini anlamıştı. Hüsnü Bey’in sunduğu ekmek ve tuz, herşeyi anlatan bir armağandı çünkü. Emek ve alın terinin sembolü ekmek ve tuz, Hüsnü Bey sayesinde, onursuzca bir teslimiyetin ayaklar altına alınmış bir sembolü oluyordu.
Manisa’yı işgal eden 5. Alay Komutanı Albay Çakalos, sol yanında Mutasarrıf Hüsnü Bey ve maiyetindekiler, sağ yanında da Metropolit Yuvakim olmak üzere, caddenin iki yanına yol boyunca sıralanmış yerli Rum ve Ermenilerin alkışları ile ev ve işyerlerine çekilmiş Yunan bayrakları arasında atının üstünde bir fatih edasıyla kurulmuş bir halde Hükümet Konağı’na doğru ilerledi. Hükümet Konağı’na da Yunan bayrağı çekilmiş durumdaydı.
Hükümet Konağı’ndaki karşılıklı konuşmalar bir saat kadar sürdü. Hüsnü Bey’e, işgalin geçici olduğu ve düzenin sağlanması amacıyla yapıldığı tekrar edildi ve bu nedenle şehirdeki karakol binalarının işgal edileceği, kendisinin ve diğer memurların bütün yetkileriyle görevlerine devam edebilecekleri, ancak işgal süresince resmi binaların tümüne, işgal belirtisi olarak Yunan bayrağının çekilmesi belirtildi. (Nusret Köklü-Manisa, İşgalden Kurtuluşa, Sf: 40)
25 Mayıs 1919’da, Manisa’nın da işgal edilmesinin ardından, 68. Alayın 1. Taburu ile 59. Topçu Alayının karargahı, zorunlu olarak Turgutlu’ya (Kasaba) doğru çekildi. Bunlar arasında Topçu Yüzbaşı Rasim de, 8 binek hayvanlı topçu eri ile birlikte, Akhisar’a giderek burada konuşlanıp direnişi örgütlemekte olan Bekir Sami Bey’e katıldı. Bu birliklerdeki askerlerin pek çoğu firar etmişti ama yine de önemli bir güç sayılırdı. Mutasarrıf Hüsnü Bey’in ihanetinin yanı sıra, Mevki Komutanı Binbaşı Ahmet Zeki Bey’in korkak, pasif, kararsız ve beceriksiz tutumu yüzünden, ne bu birliklerden, ne de cephane ve silahlardan yararlanılamadı. (Teoman Ergül-Kurtuluş savaşında Manisa, Sf: 39) Daha önce Yahyaköy Nahiye Müdürü olan Manisa’nın gençlerinden Bahri Bey ve Müftü Alim Efendi gibi direniş yanlılarına karşın, Manisa, büyük bir utanç içinde, işgalcilere tek bir karşı hareket göstermeden teslim oldu. (Teoman Ergül-Kurtuluş savaşında Manisa, Sf: 39)
Ve bu durum da, Venizelos’un emirleri doğrultusunda, İtilaf devletlerinden izin alınmaksızın bir oldubitti ile Manisa’nın işgalini gerçekleştiren Yunan 5. Alay Komutanı Çakalos’un, İşgal Kuvvetleri Komutanı Zafiriu’nun 23 Mayıs 1919 günü “öncelikli olarak Turgutlu’nun işgal edilmesi” emrini, taktik gelişmelere dayalı olarak geri plana atsa da, emrin gereğini uygulama cesareti de verecekti. Özellikle de “şehzadeler kenti Manisa”nın kendilerine karşı tek bir kurşun bile sıkılmadan teslim olması, buraları işgalle görevlendirilen Yunan 5. Alay Komutanını bu ile bağlı diğer ilçeleri de rahatça işgal edebilecekleri konusunda daha da cesaretlendirmişti. İşgal planında yapılan taktik değişiklik de buydu.
Mustafa Kemal tarafından, İzmir’in işgali dolayısıyla dağılan Batı cephesindeki birlikleri toparlamak ve Batı Anadolu’da, Ege’nin en hassas noktalarında bir direniş cephesi örgütlemekle görevlendirilen ve 17. Kolordu Komutanlığı’na atanan Bekir Sami Bey (Günsav) ve yaveriYüzbaşı Selahattin’in (Yurtoğlu) bu amaçla Manisa’ya doğru hareketinden İngiliz ajanları aracılığıyla haberdar olan Yunan İşgal Komutanlığı Manisa’nın işgalini son anda öne alacaktı. Bu taktik, Yunanlı işgalciler için birkaç açıdan gerekliydi.
Daha önce vurguladığımız gibi, Mutasarrıf Hüsnü Bey’in işgalciler yanlısı tutumu ve icraatları Manisa’nın işgalini daha kolay ve rahat bir hale getirmişti. Öte yandan, Batı cephesinde direniş örgütlemekle görevlendirilen Albay Bekir Sami Bey, Manisa’ya giremeyince, Akhisar’da konuşlanmış ve ilk etapta burada direniş cephesi kurulması konusunda emirlerini vermişti. Örneğin, Manisa’nın işgal edildiği 25 Mayıs günü bile, Bekir Sami Bey, Akhisar-Manisa-Kasaba (Turgutlu) üçgeninde oluşturulacak gönüllü direniş kuvvetiyle birlikte bir karşı saldırı başlatmak amacıyla Manisa’ya doğru yola çıkıyordu. (Rahmi Apak-Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, Sf: 28, 29)
Bekir Sami Bey ve yanındakiler, ancak Belen Köyü’ne geldiklerinde, köylülerden Manisa’nın da işgal edildiği ve tek bir kurşun sıkılmadan işgalcilere kentin teslim edildiği haberini duymuşlardı. Bu arada kendilerine Manisa’ya girmekte yardımcı olmak üzere gelen Akhisar eşrafından ve aynı zamanda Manisa ve yöresinde İttihat ve Terakki Fırkası’nın en gözde simalarından olanKaramanoğlu Halit Paşa da karamsarlığa kapılıp, “Artık bundan sonra yapılacak bir şey kalmadı” demiş ve Bekir Sami Bey ile arkadaşlarından ayrılarak trenle İstanbul’a gitmişti. (Rahmi Apak-Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, Sf: 28, 29)
Ancak, Karaosmanoğlu Halit Paşa, Akhisar’ın 5 Haziran 1919’da hiçbir direniş göstermeden işgal edilmesinin ve İngilizlerin bu işgalin kendilerinden izinsiz yapıldığı gerekçesiyle olaya müdahale ederek Yunanlı güçlere ilçeyi boşalttırmalarından sonra, Akhisar’a tekrar dönmüş ve burada kurulan Redd-i İşgal Cemiyeti’ne katılarak, Bekir Sami Bey ile birlikte direniş cephesi örgütlenmesi faaliyetlerine girişmişti. Halit Paşa’nın 22 Haziran günü arkasında yüzlerce milisle Akhisar’a gelmesi, Akhisar’ da büyük bir sevinçle karşılanmıştı. (Hasan İzzettin Dinamo-Kutsal İsyan, Cilt: 4, Sf: 9)
Dolayısıyla, oldu-bittiye getirilen bir işgal amacındaki Yunan işgal kuvvetleri, emre rağmen ilk etapta Manisa’nın işgalini gerçekleştirince, bu işgalin direnişle karşılaşmadan ve kentin teslim olması şeklinde gerçekleşmesi, hem ilçelerde halk üzerinde bir moral bozukluğu yaratacak, hem de işgal kuvvetlerine diğer bölgelerde ilerleyebilmeleri açısından çok önemli bir mevzi kazandırmış olacaktı. Ve böylece, Manisa’nın ardından da, buraya en yakın ilçe durumundaki Turgutlu’nun işgali gündeme gelecekti.
Öte yandan, İzmir işgaliyle yeterince şaşkına uğramış olan Kasaba halkı, bir de Manisa’nın işgali ve işgalcilere teslim olduğu haberleriyle, tam anlamıyla bir panik haline girmişti... Turgutlu, Akhisar ve Salihli örnekleriyle kıyaslandığında ise bir hayli şanssızdı. Kasaba’da ne böylesi bir direnişe önderlik edecek bir hareket gelişmiş, ne de savunma önlemleri alınabilmişti. Müftü Hasan Basri Efendi başkanlığında, “Müdafaa-i Hukuki Osmanlı Cemiyeti” adında, İzmir’deki merkeze bağlı bir örgüt kurulduğu (Bezmi Nusret Kaygusuz-Bir Roman Gibi, 1955) bilinse de, bu direniş örgütünün Kasaba’nın işgaline karşı etkin bir direniş hareketi geliştirebilecek nitelikte olmadığı da görülmüştür. Kaldı ki, Koca İzmir ve Manisa bile, buralarda daha büyük örgütlerin varlığına rağmen işgalcilere teslim olmuşken, Kasaba’daki örgütün daha farklı bir tutum içinde olmasının beklenip beklenemeyeceği de ayrı bir sorun.
Ama yine de, Kula, Akhisar, Salihli, hatta Ahmetli gibi küçük bir yerde bile, işgalcilere karşı bir direniş gösterilirken, Turgutlu’nun böyle bir tavır içinde olmaması şaşırtıcıdır. Örneğin Kasaba’nın işgalini gerçekleştiren Yunan işgal kuvvetleri, hemen ertesinde işgale çalıştıkları Ahmetli’den öteye gidememişlerdi. Ve az önceki örneklerini verilen bölgeler, buralarda direniş örgütleyen Bekir Sami Bey ile ilişki kurarken, Turgutlu’nun bu olayda etkin bir şekilde yer alamaması da ayrı bir merak konusudur. Bunun yanıtlarını ilerideki bölümlerde görebileceğiz.
Ancak, Turgutlu’dan direniş hareketine katılan bazı isimler de olmuştur, ama bunlar da Kasaba’da değil, Salihli, Akhisar, Alaşehir ve Anadolu’daki diğer bölgelerdeki direniş hareketleri içinde yer almışlardır. Bunlar arasında sayılabilecek ilk isimler şöyle sıralanabilir: Turgutlu Askerlik Şubesi’ne atanan ve Turgutlu’ya gelirken Bandırma’ya hareket eden Gülnihalvapurunda Bekir Sami Bey ve Yüzbaşı Selahattin ile tanışan Yüzbaşı Süleyman Sururi Bey. Bu Yüzbaşı, Manisa’nın işgal edildiği sanısıyla Akhisar’a giden Bekir Sami Bey ve eşrafı ile birlikte hareket etmiş, onlarla birlikte direk olarak Akhisar’a giderek, işgale karşı oluşturulacak direniş hareketinin içinde görev almıştı. (Rahmi Apak-Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, Sf: 21, 22)
“Bekir Sami Bey tarafından Alaşehir irtibat subaylığına atandı. İttihat ve Terakki Fırkasıtaraftarı olan bu zat, cidden yurtsever bir subaydı. Yalnız çabuk kızar, sağını solunu gözetmeden hareket eder ve konuşurdu. Ezici ve kırıcı davranışlarından ötürü idare edilmesi çok zordu. Alaşehir Kongresi’ne Kasaba temsilcisi olarak katılmış, daha sonra da Uşak ve Gediz’deki “Karakol” örgütünün ve düşmanla mücadele eden 200 kişilik bir müfrezenin de kurulmasında önemli hizmetleri olmuştu.” (Op. Dr. M. N. Dinçsoy - Yöremizin Tarihinde Turgutlu’nun Dramı ve Mustafa Kemal Atatatürk, Sf: 285)
Ayrıca onunla birlikte yedek subaylar Rıza Çetin, Zahit Zühtü (Akıncı) ve Şakir Ünalan ileAli Dayı diye bilenen bir yurtsever de Alaşehir’e giderek buradaki müfrezeye katılırken, Kasaba’nın işgalinden sonra ise Binbaşı Op. Dr. İsmet ve yedek subay Süleyman Hararlı ileKavaf Rıza (Kayhan) ve dava vekili Hulusi (Zümrütdağ) beyler de Anadolu içlerine kadar giderek “Kuvvayı Milliye”ye katılan isimler oldular. (Op. Dr. M. N. Dinçsoy - Yöremizin Tarihinde Turgutlu’nun Dramı ve Mustafa Kemal Atatatürk, Sf: 285)
1919 yılında, Turgutlu’nun nüfusu, bir kayıda göre, 45 bindir. Bunun 40 bin 168’i Türk ve Müslüman, 3232’si Rum, 1000’i Ermeni ve 600’ü de Yahudidir. Yapı olarak 6328 ev, 1500 dükkan, 15 medrese ile cami, 52 mescit, 12 han, 2 lonca, 4 dergah, 2 fabrika, 2 değirmen, 4 çırçır fabrikası, toplam 62 öğrenim kuruluşu (mahalle mektepleri ile birlikte), 1 hükümet konağı, 1 belediye binası, 1 ceza ve tutukevi, 1 kışla, 1 postane, 1 telgrafhane, 1 gazhane, 92 mağaza, 300 otel gibi kullanılan misafir odası, 1 tren istasyonu binası, 3 istasyon deposu, 1 ümeranın bindiği ve dönerli raylı özel vagon garajı, 15 lokanta, 26 kıraathane, 225 ahır, 255 samanlık... olmak üzere, toplam 8 bin 907 bina vardı. (Cinni Hoca (İbn-i Cinni İsmail Hakkı Dinçsoy) Tarihsel Arşivi) Ev sayısı 6328 olarak kayıtlarda yer almaktadır. Ama aradan geçen 3 yıl sonra, 1922 yılı Eylül ayı itibarıyla ise, bu 6328 evden geride ayakta kalan ev sayısı; sadece 201 evdir. Bu 201 evden bir çoğu da oturulabilecek nitelikte ve sağlam durumda değil, sadece yanmamış ev sayısı olarak kayıtlarda yer almıştır.
Aradan geçen 3 yıl içindeki dönem, Turgutlu’nun işgal altında geçirdiği yılları kapsıyor. 1922 yılı Eylül ayı da, Turgutlu’nun işgalden kurtuluşu ile işgalcilerin kaçarken arkalarında hiçbir şeyi ayakta bırakmamak için yarattığı vahşet örnekleriyle dolu. Pek çok zulüm ve katliamın yanı sıra, Turgutlu bir de işgalcilerin gider ayak gerçekleştirdikleri her şeyi yakıp yıkan şiddet duygusu ve öfkesinin eseri olan korkunç bir yangın da yaşayacak ve 7 Eylül 1922’deki kurtuluş gününde, 6328 evden ayakta kalan sadece 201 ev varken, nüfusu 45 bin olarak belirtilen ilçede hayatta kalan ve halen ilçede barınan insan sayısı, göçler ve katliamlar sonrası sadece 10 bin dolaylarında kalmış. Katledilenlerin kesin sayısı tam olarak bilinemiyor. 6107 ev tamamen yanmış ve kül haline gelmiş. Yanan binalar arasında yerine konulması imkansız mimari eserler olduğu gibi, içinde pek çok el yazması, belge ve bilgiler olduğu belirtilen külliyeler ve camilerdeki kütüphaneler de yanarak kül olmuş.
Kısacası, Turgutlu, 1919 yılı baharında yaşadığı işgalden 3 yıl sonra, işgalden kurtulduğu 1922 yılı sonbaharına tam bir harabe ve kül yığınına dönüşmüş bir manzarayla giriyor.
Kurtuluştan sonra, işgal altındaki bölgelerde yapılan zulüm ve vahşeti yerinde gözlemlemek ve incelemek üzere kurulan bir Tahkik Komisyonu, Turgutlu’ya da gelerek çeşitli incelemelerde bulunmuştu. Bu komisyonda Türk yazar ve gazetecilerle bazı subaylar da vardı. Gazeteci ve yazar olarak Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve dönemin ünlü araştırmacı gazeteci ve yazarı Falih Rıfkı Atay da bu komisyonun içindeydiler.