İzmir’in işgalinden sonra, geçen bölümde vurguladığımız gibi, Anadolu’nun pek çok yöresinde direniş yanlısı etkin örgütlenmeler gözlenmişti. Ancak kimi yerde teslimiyetçi tavırlar da söz konusuydu. Bu da bu bölgelerdeki yöneticilerin tutumu ve halk üzerindeki baskısından kaynaklanıyordu. Örneğin, İzmir’in işgalinin yarattığı ilk şaşkınlık günlerinde, Manisa Mutasarrıfı Hüsnü Bey, halkı direnişe çağıran hemen herkesi ya Manisa’yı terke zorlamış, ya tutuklatmış ya da peşine ajanlar takarak izletmiştir. Bu somut örneklerden biri de, o dönemde Manisa’nın kuzeyinden sorumlu bir asker olan Albay Kazım Bey’in (Özalp) anılarında geçmektedir. Mutasarrıf Hüsnü Bey, halkı direnişe çağıran Vasıf Bey’i Manisa’yı terke zorlayarak şunları söyler: “Manisa’da tahrik, fitne ve fesat ile uğraştığınızı İngiliz temsilcisi haber almış; yakalanarak İzmir’deki Yunan İşgal Kumandanlığı’na gönderilmenizi benden resmen istedi. Buna meydan kalmaması için arkadaşlarınızla birlikte hemen Manisa’dan gidiniz. Size bu kadarlık iyilik yapayım. Yoksa burada kalma sürenizi uzatırsanız, çaresiz tutuklamak zorunda kalacağım.” (Kazım Özalp-Milli Mücadele, 1919-1922—Cilt: 1, 2)
Görülüyor ki, Anadolu insanının kara günleri sadece tarihin en ağır yenilgisinin ve bunun ardından gelen işgal çemberinin değil, aynı zamanda işgalcilerle işbirliği içindeki “ihanet çemberi”nin de eseri olacaktır.
Ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde.
Ateşi ve ihaneti gördük.
Dayandık,
dayandık her yanda.
Nazım Hikmet
Halk ise tam anlamıyla iki ateş arasındadır: Bir yanda tüm yurdu bir egemenliği altına alarak, halkını da esir etmeye çalışan emperyalizmin işgali... Öte yanda da İngilizlerin himayesine sığınmış saray ve hükümetin işbirlikçi tutumlarının yarattığı ihanet çemberi... Çaresiz, yoksulluk ve sefaletle çalışan ve kime güveneceğini bilemeyen bir halk topluluğu. Sonunda İzmir’in işgalinden sonra, demiryolları boyunca yüzlerce insan nesi varsa toplayıp bulunduğu yerden kaçmaya çalışıyor. Nedeni; kendilerini bekleyen tek sonun düşman askerinin süngüsü olabileceği ya da ihanet çemberinin kıskacında, savaştan sonra gelen yoksulluk ve açlığın pençesinde de kendilerini bekleyen sonun yine aynı olacağı endişesi...
İzmir’in işgalinden 5 gün sonra, Anadolu’ da bir direniş başlatmak amacıyla Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak basmasıyla birlikte direniş de hareketlenmiş, harekete geçmişti. Mustafa Kemal’in Samsun’da karaya çıkmasından bir gün sonra, 20 Mayıs 1919’da, Salihli ve çevresindeki çalışmalardan sorumlu Bekir Sami Bey (Günsav), İzmir çevresinde dağılan orduyu yeniden düzenlemek üzere, 17. Kolordu Komutan Vekilliğine atanmıştı. Bu karargah da İzmir’deydi ve işgal sırasında karargah olduğu gibi tutuklanmıştı. Atama emrini alan Albay Bekir Sami Bey, derhal yanında yaveri Yüzbaşı Selahattin ile birlikte “Gülnihal” vapuru ile birlikte Bandırma’ya hareket eder. Amaçları Manisa ve yöresindeki halkın silahlandırılması ve direniş hareketi içine çekilmesidir. Aynı vapurda, Turgutlu Askerlik Şube Başkanlığı’na atanan Yüzbaşı Süleyman Sururi Bey de bulunmaktadır. (İlhan Selçuk-Yüzbaşı Selahattin’in Romanı, Cilt: 2)
İşgal emri
Ama bu dönemde her şey çok hızlı gelişmektedir. Nedeni de Mustafa Kemal ve arkadaşlarının gizlice Samsun’a giderek, Anadolu’da bir halk ayaklanması örgütlemeye çalışacaklarının artık İşgal kuvvetleri ve padişah ile hükümet tarafından bilinmesidir. İşgal kuvvetleri ve onların kuklası konumundaki saray ve hükümet, bunun için hemen etkin önlemler almaya başlar.
Sonuçta, Bekir Sami Bey ve Yüzbaşı Selahattin’in Manisa’ya doğru yola çıktığı 20 Mayıs günü, Manisa Mutasarrıfı Hüsnü Bey de, halkın kesinlikle Manisa’dan ayrılmaması için bir bildiri yayınlamıştır ve bu bildiride aynı zamanda halk herhangi bir direnişe kalkışmaması konusunda da uyarılmaktadır:
“İzmir’in işgali dolayısıyla Manisa ahalisinden bazılarının başka yerlere gitmek teşebbüsünde bulundukları ve bu sebeple galeyanda olduğu anlaşılmaktadır. Memlekette bunu gerektirecek hiç bir durum mevcut değildir. Mezhep ayrılığına bakılmaksızın bütün ahalinin malı, canı, hayatı, ırzı hükümetçe emniyet altına alınmıştır. Asayiş ve inzibatın sağlanması için gereken bütün tedbirlerin hepsi övünülecek bir şekilde yerine getirildiğinden, bu mevzuda telaş eseri gösterilmesinde hiçbir halkı sebep görülmemiş ve müracaat edeceklere seyahat vesikası verilmemesi hususu polis komiserliğine emredilmiştir. Şu işgal dolayısıyla meydana gelen milli galeyanın İtilaf devletlerinin kararlarının uygulanmasına karşı koyar şekilde fiili bir harekete çevrilmesi, meşru milli hakların bozulması sonucu vereceğinden, vatani ve milli yararlara karşı bir hal ve hareket meydana getirilmeyerek, halk arasındaki mevcut sessizlik ve dostluğun devamı hususunda gayret gösterilmesi ilan olunur.” (Teoman Ergül-Kurtuluş savaşında Manisa, Sf: 35)
Ve aynı gün, 20 Mayıs 1919’da, Paris Barış Konferansı’nda bulunan Venizelos da, İzmir’dekiYunan İşgal Komutanlığı’na bir telgraf göndermektedir: “8. Girit Alayı takviyeli olarak emrinize gönderilmiştir. Bu suretle emriniz altında 5 piyade alayınız bulunacaktır. Türk kuvvetlerinin İzmir’den uzaklaşması ve 500 kişilik jandarma kuvvetlerinin gelmesi ile civar köylerin işgali için bu alaydan üçünü ayırabilirsiniz. Olağanüstü temsilcinin muvafakatı ile yerli Rumları da silahlandırabilirsiniz. Aydın’ı işgal etmeyi lüzumlu görüyorsanız yapınız. Ancak, daha fazla güneye ilerlemeyiniz. Çünkü İtalyanlarla tartışma taraflısı değilim. Denizli’nin şimdilik işgal sahası dışında kalması lazımdır. Asayişi temin için Aydın, Manisa ve Ayvalık’ın işgal edilmesi gerekir.” (Teoman Ergül-Kurtuluş savaşında Manisa, Sf: 35)
Yunan İşgal Kuvvetleri Komutanı Zafiriu da, aldığı bu telgraftan sonra, 23 Mayıs 1919 günü, Manisa ve Turgutlu’nun kara günlerini belirleyen o ünlü emrini vermiştir:
“1) Gayrımuntazam düşman birlikleri, Manisa ve Aydın bölgelerinde ahaliyi tazyik etmekte devam ediyorlar.
2) Kendisine bir bölük süvari, bir batarya topçu ve bir sıhhıye müfrezesi ayırdığım 5. Piyade Alayı, bir bölük jandarma ile beraber yarın saat 11.00’de yola çıkarak Turgutlu ve Manisa’yı işgal ettikten sonra beni haberdar edecek, ondan sonra Saruhan Sancağı’nın işgali için emir vereceğim.” (Tıklayınız: Ekmek ve tuz)
Yunan İşgal Kuvvetleri Komutanı Zafiriu’nun 23 Mayıs 1919 günkü emriyle Turgutlu ve Manisa’nın da işgal edilmesi emri verilmiş ve bu işgal için de Yunan 5. Alayı görevlendirilmiş oluyordu. 5. Alay komutanı ise Albay Çakalos’tu. Manisa, Zafiriu’nun verdiği emirden 2 gün sonra, 25 Mayıs 1919’da Yunan birliklerince işgal edildi. Böylece 15 Mayıs 1919’ da Yunan askeri güçlerinin İzmir’de karaya çıkarak Batı Anadolu’da başlattıkları ilk işgal, önce İzmir’in işgali ile başlıyor ve bundan 10 gün sonra da, ikinci adımda Manisa’nın işgali gerçekleştiriliyordu. Üstelik, daha önceki bölümlerde de değindiğimiz gibi, Manisa Yunanlı güçler tarafından hiçbir direnişle karşılaşmadan işgal ediliyor ve Yunanlılar ellerini kollarını sallayarak girdikleri bu ilde, adeta kente buyur ediliyordu.
İzmir’in işgali, İtilaf devletleri arasında bile her ne kadar bir hoşnutsuzluk ve şaşkınlık yaratmışsa da, yine de İtilaf devletlerinin bir kısmının ikna edilmesi ve izninin alınmasından sonra gelişmişti. Ama Manisa’nın işgali ise; tam bir “olup bitti”ye getirilmişti. Bir başka deyişle; Manisa’nın işgali Türkler açısından bir talihsizlik ve gaflet, Yunanlılar açısındansa tam anlamıyla bir el çabukluğu ve açıkgözlük hareketi olmuştur da denilebilir. Örneğin; Teoman Ergül’e göre; Yunan kuvvetleri İzmir’e yine de bazı kısıtlamalar altında çıkabilmişti. Bu nedenle, ilk aşamada İtilaf devletlerinden izinsiz olarak işgal edilen Bergama vs. gibi yerlerden Yunan askerleri geri çekilmiş, buralara giden askerler de cezalandırılmıştı.
Ancak; Paris Barış Konferansı, yine de Yunanlıların işgal alanı sınırlarını net bir şekilde saptayamadığı için, Yunan lideri Venizelos geniş bir harekat olanağı bulabiliyor ve bu esneklik yaratan boşluk nedeniyle de tam bir olup bittiyle Manisa’nın da işgali gündeme geliyordu. Manisa’nın işgalinin tam bir olup bittiye getirilmesi ve bir el çabukluğu veya açıkgözlük anlamına gelmesi ise, Yunan İşgal Kuvvetleri Komutanı Zafiriu’nun 23 Mayıs’ta verdiği işgal emrinde, Turgutlu’nun Manisa’dan daha önce işgal edilmesini istemesine karşın, Manisa’nın işgalinin öne geçmesinden de anlaşılabilir.
Yunan İşgal Kuvvetleri Komutanı Zafiriu’nun verdiği işgal emrinde, Turgutlu’ nun işgalinin daha öncelikli yapılmasını istediğini, ancak bu emre rağmen, 5. Alay Komutanı Çakalos’un Manisa’yı Turgutlu’dan daha önce işgal ettiğini, bunun da hangi nedenler dolayısıyla bu şekilde geliştiğini daha önceki bölümlerde belirtmiştik. (Tıklayınız: Ekmek ve tuz)
İşgal neden bu kadar kolay oldu?
Bu kez de Manisa’nın işgalini ve buranın işgalinin daha öne alınması olayını, bu oldu bittiye nasıl getirildiğinin anlamıyla irdeleyelim. Bunun en belirleyici etkeni; saray ve hükümetin işbirlikçi politikası doğrultusunda gerçekleştirdikleri üst düzeydeki operasyonla göreve yeni atadıkları İzmir Valisi İzzet Bey ve Manisa Mutasarrıfı Hüsnü Bey’in tutumuydu kuşkusuz. Ama bu etkeni, ancak diğer etkenlerle birlikte değerlendirirsek, nasıl bir olup bittiyle karşılaşıldığını daha iyi ve ibret verici şekilde anlayabilmek mümkün. Gerek Manisa ve gerekse Turgutlu’nun işgalinin Yunanlılarca rahat bir şekilde gerçekleşmesinin nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
- İzmir’in işgalinin yarattığı şaşkınlık:
İzmir’in işgali ile Manisa’nın işgali arasında ancak 10 günlük bir süre geçmiş ve bu süre içinde Manisalılar, İzmir işgalinin yaratmış olduğu şaşkınlıktan henüz kurtulabilme fırsatı bulamamışlardı. İzmir işgalinin bu kadar büyük bir şaşkınlık yaratmasının nedeni ise; Osmanlı sarayı ve İşbaşındaki hükümetin İtilaf devletleri ile imzalanan Mondros Anlaşması ile ilgili halkı uyutmak için söylemiş oldukları “Bu anlaşma bizim açımızdan büyük bir başarıdır” türünden yapılan yalan propagandalara ve aldatmacalara dayanmaktadır.
Öte yandan da Osmanlı sarayı ve padişahın himayeciliğini kabul ettiği ve İstanbul’a asker çıkaran İngilizlerin, İtilaf devletleri adına yaptıkları açıklamalarda da, zaten kendilerine karşı teslimiyetçi bir tavır içine giren ve himayelerine sığınan Osmanlı padişahı Vahidettin’e, “işgal etmeye artık ne gerek kaldı ki” anlamında, bulundukları yerlerde işgalci bir politika izlenmeyeceği konusunda güvence vermiş olmaları da bu şaşkınlığı yaratan bir diğer etkendi.
- Yerli Rumların ve Rum papazların propagandaları:
Yerli Rumların ve Rum papazların Müslüman halk arasında yapmış olduğu propagandaların Yunanlılarca işgal edilen bölgelerde, yöre halkı açısından olumsuz, işgalciler içinse olumlu etkileri olmuştu. Örneğin; yerli Rumlar ve Rum papazları, İzmir’in işgalinin yarattığı şaşkınlık ve işgalcilerin İzmir’de gerçekleştirdikleri zulüm ve kıyımın neden olduğu o derin kaygı ortamında –işgal edecekleri bölgede fazla direnişle karşılaşmamak ve kendilerine yandaş olarak gördüğü herkesi kendi saflarına çekmek için Yunan lideri Venizelos’un tüm Gayrımüslimlere ve özellikle de yerli Rumlara karşı olan yaklaşımları ve vaatlerinin de etkisiyle- yaptıkları propagandalarla halkın arasına daha bir korku sokmaya da çalışmışlardı.
İzmir’de yaşanan zulüm ve kıyımın burada da yaşanmamasının ve Yunan askerinin zulmünden kurtulabilmenin tek yolunun ancak herkesin evine, işyerine “Yunan bayrağı asmakla mümkün olabileceği" fikrini yaymaya çalışmışlar ve bunda da etkili olabilmişlerdi. Sonunda da, “Yunan bayrağı, Yunan zulmüne karşı tek kurtuluş çaresidir” anlayışı (İlhan Selçuk-Yüzbaşı Selahattin’in Romanı, Cilt: 2, Sf: 60), Ege’de yaygın bir hale gelmişti. Bu yüzden de, 20 Mayıs günü atandığı 17. Kolordu Komutanlığı göreviyle [Bazı kaynaklarda ise 56. Tümen Komutanlığı olarak belirtilir (Oktay Gökdemir-Kurtuluş savaşında Akhisar, Sf: 18)] birlikte, işgalcilere karşı bir direniş hareketi de başlatmak ve halkı örgütleyerek silahlanmalarını sağlamak amacıyla Gülnihal Vapuru ile önce Bandırma’ya gelen Albay Bekir Sami Bey, yaveri Yüzbaşı Selahattin ve beraberinde bulunan heyet, 21 Mayıs günü Bandırma’ya indiklerinde, burayı her yerde Yunan bayrağı çekilmiş bir halde gördüklerinde, Manisa’nın da işgal edilmiş olduğu düşüncesine kapılmışlardı. 23 Mayıs günü trenle buraya doğru yaptıkları yolculukta, Manisa’ya gitmekten vazgeçiyor ve bunun yerine Akhisar’a gitmeyi tercih ediyor ve ancak 24 Mayıs günü indikleri Akhisar’da yörenin ileri gelenleri ve kaymakamdan Manisa’nın henüz işgal edilmediğini öğreniyorlardı. (Kemal Tahir-Yorgun savaşçı, Sf: 226) Ancak, Manisa, onların Akhisar’da gerçeği öğrendiklerinden bir gün sonra işgal edilecekti...
Ve Bekir Sami Bey, bu durumda Akhisar’da kalmaya karar vererek, Bandırma’ya gelirken, yolda tanıştığı İnceoğlu Hamit Şevket Bey ve Turgutlu Askerlik Şubesi’ne atanan Yüzbaşı Süleyman Sururi ile birlikte işgale karşı oluşturulacak direniş örgütleme faaliyetleri üzerine gerekli talimatı verecekti. (Rahmi Apak-Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, Sf: 21, 22)
- İzmir Valisi İzzet Bey’in bildirisi:
İşgalden önce, İzmir Valisi İzzet Bey’in emirlerinin yer aldığı bildiride, “Yunan birliklerinin saygı ve törenle kabul edilmeleri” (Köylü Gazetesi– İzmir, 24 Mayıs 1919) istenmiş ve bu bildiri de Manisa’da işgale karşı herhangi bir direnme hareketinin gelişmesi veya örgütlenmesini engelleyen bir etken olmuştu. İzzet Bey’in Manisa Mutasarrıfı Hüsnü Bey’e gönderdiği bu bildiri, Hüsnü Bey’in de sarayın ve Damat Ferit hükümetinin politikasının yanı sıra, Manisa’da direnişçilerin ileri gelenlerini ve halkı baskı altında tutmakta en çok yararlandığı bir başka resmi emir de olmuştu. Çünkü doğal olarak bir mutasarrıfın yetkileri, bugünkü anlamda bir valinin yetkilerinden daha fazlaydı ama, Osmanlı döneminde bir mutasarrıf rütbe olarak validen sonra geliyordu. Osmanlılar dönemindeki devlet yönetiminde, idarecilikte hiyerarşik bir sistem içinde yer alan yönetim birimi ünvanlarından olan mutasarrıf; kaymakamdan büyük, validen küçük bir mevkiyi tanımlar. Osmanlılarda, sancakların en büyük idare amiri görevi mutasarrıflar tarafından yönetilmekteydi. Mutasarrrıfın yönettiği vilayet ile kasaba arasında yer alan idari taksimata da “mutasarrıflık” denirdi. (Meydan Larousse, Cilt: 9, Sf: 103)
- İngiliz temsilcisinin engellemeleri:
Manisa’da İngiliz irtibat subayı olarak görev yapan Mrs. Elhankayn, gerçek anlamıyla tam bir Yunan sempatizanı idi. Türklerin her türlü direniş girişimini önleyerek Yunan işgal kuvvetlerinin Manisa’yı işgalini kolaylaştırmakta etkili rol oynayanlardan birisi de bu subay olmuştur. (Kamil Su-Manisa ve Yöresinde İşgal Acıları, Sf: 7, 8) Örneğin; Manisa’daki askeri depolarda büyük bir kuvveti donatacak kadar zengin bir cephanelik vardı. İşgal öncesi günlerde bu cephanelikten yararlanarak olası herhangi bir işgale karşı bir milis kuvveti oluşturmak isteyen direniş yanlısı yurtseverlerin Menemen boğazında kurmak istedikleri direniş cephesi, Mutasarrıf Hüsnü Bey, İngiliz ve Fransız temsilcileri tarafından yapılan engellemeler dolayısıyla gerçekleşememiştir. Depolardaki silahların Yunanlıların eline geçmemesi için yapılan girişimler ve harcanan çabalar da boşa gitmiştir. Toplar, Salihli yönüne götürülmek üzere şehir dışına kadar çıkarıldığı halde, İngiliz subayının ve Mutasarrıfın işe karışmaları ve tehditleri yüzünden yeniden geri getirilmiş ve depolardaki tüm cephane ve silahlar, direnişçilerin eline geçmesi gerekirken, işgalci Yunan birliklerinin eline geçmiştir. (Kamil Su-Manisa ve Yöresinde İşgal Acıları, Sf: 7, 8)
- Manisa Mutasarrıfı’nın tutumu:
İzmir’in işgali İtilaf devletlerinin iznine tabi olurken, Manisa ve Turgutlu’nun işgalinin aynı türden izne tabi olmaksızın, bir olup bittiye getirilerek Yunanlılarca gerçekleştirilmesinde en başta gelen etken, daha önce de vurguladığımız gibi, Manisa Mutasarrıfı Hüsnü Bey’in tutumuydu. Ulusal direniş karşıtı bir tavır içinde olan ve Damat Ferit Paşa’nın adamı olan Hüsnü Bey, Manisa halkını hem baskı altında tutmuş, hem de Yunanlıların Manisa’yı işgal etmelerinde kendilerine kolaylık sağlayacak pek çok icraat da gerçekleştirmişti.
Manisa’da kurulan direniş yanlısı örgütler olan Müdafa-i Hukuku Osmaniye Cemiyeti,Cemiyet-i İslamiye, Manisa Türk Kadınlığı Cemiyet-i Umumiyesi üyeleri ve bazı yurtsever Manisalıların, İzmir’in işgalinden sonra, Manisa’ ya yönelik herhangi bir olası işgal hareketine karşı hazırlıklı olabilmek ve Manisa’yı savunabilmek amacıyla kurmak istedikleri direniş cephesi ile ilgili her türlü girişim, karşısında Mutasarrıf Hüsnü Bey’i buluyordu. Hüsnü Bey, direniş yanlısı faaliyetlerde bulunduklarından kuşku duyduğu aydınları ve direnişçi örgütlerin temsilcisi durumunda olan kişileri ya takip altında bulunduruyor, ya da bazılarını çeşitli bahanelerle gözdağı vererek korkutup Manisa’yı terk etmeye zorluyor, aralarından bir kısmını hapse attırdığı bile oluyordu.
Öte yandan, Manisa halkını da direnişçilere katılmamaları konusunda tehditkar bir şekilde uyarırken, Yunanlıların kesinlikle işgalci olmadıkları, Manisa’yı işgal etmeyi de düşünmediklerini söyleyip, bir anlamda halkın direnişçilere inanmasını da engellemiş oluyordu. Manisa’nın Yunanlılarca kesinlikle işgal edilmeyeceğini, bunu da Efes Metropoliti Yuvakim Efendi’den duyduğunu (Nusret Köklü-Manisa, İşgalden Kurtuluşa, Sf: 27) söyleyen Hüsnü Bey, böylelikle halkı yanıltmaya ve uyutmaya da çalışıyor ve bunda başarılı oluyordu.
"Hüsnüyadis"
Hüsnü Bey, aynı zamanda bir “Yunan dostu” olarak da bilinirdi. Zengin sofralarından da hiç kalkmayan Hüsnü Bey, Manisa’nın kaymak tabakası içinde yer alan ileri gelenleri de İngiliz himayesini benimseyen sarayın ve padişahın yanında yer almaya ve kendi mal ve can güvenliklerini koruyabilmeleri için İngiliz ya da Fransız himayesinde olmayı kabul etmeleri gerektiğine inandırmıştı. Böylelikle kent ileri gelenlerini de kendi etrafında toplamayı başaran Hüsnü Bey, Yunanlılar Manisa’ya girse bile bunun bir işgalci davranış olmayacağını, İzmir’ de olduğu gibi Mondros Anlaşması hükümlerini uygulayan İtilaf devletlerinin iznine tabi olacağı savıyla, devlet politikasına uygun olarak Yunanlılara düşman gibi davranılmasının sakıncalar doğurabileceği düşüncesini savunuyordu.
Yunanlı dostu olmakla tanınan Hüsnü Bey’in bu tutumları, o denli alçakça ve onursuzca bir haldedir ki, kendisine sonradan halk tarafından, Yunanlı kimliğiyle özdeşleştirir ve bu yönünü çağrıştırır bir şekilde “Hüsnüyadis” lakabı takılmıştır. Manisa’nın işgali döneminde de kendisinin Yunanlılarca da “bizimki” anlamında “Hüsnüyadis” diye çağrıldığı da belirtilir. Hatta, Manisa’nın işgal edilmeyeceğini Efes Metropoliti Yuvakim Efendi’den duyduğunu söylemesi karşısında, bir Manisalı Hüsnü Bey’e şöyle diyecektir: “Demek ki, siz emirleri ve haberleri bağlı bulunduğunuz hükümetten değil, Yuvakim Efendi’den alıyorsunuz Hüsnü Bey!” (Nusret Köklü-Manisa, İşgalden Kurtuluşa, Sf: 27)
Halkı oyalamak ve Yunanlıların bir işgalci gibi davranmadıkları konusunda kentin ileri gelenleriyle yaptığı sık toplantıların birinde, o denli kişiliksizce konuşmalar yapmıştır ki, Belediye Başkanı Bahri Bey (Sarıtepe), dayanamayıp: “Efendi, efendi! Bizi buraya konuşmak için siz çağırdınız. Bizim geliş sebebimiz ise İzmir işgalinden sonra düşmanın Manisa’yı da işgalinden duyduğumuz kuşkular ve bir işgal girişimi olması durumunda alacağımız tedbirlere dair bir hal çaresidir. Ama siz gelenlerin düşman gibi değil, dost gibi karşılanacağını söylüyorsunuz. Bu bakımdan, burada toplananların duygularını bir Türk gibi ve Osmanlı Mutasarrıfı sıfatıyla dinlemek mecburiyeti karşısında bulunuyorsunuz. Aksi halde, halk gereken tedbirlere başvurmak için bir vasiye ve sizi dinlemeye hiç de mecbur değildir” karşılığını verecektir. (Kamil Su-Manisa ve Yöresinde İşgal Acıları, Sf: 6)
Ancak Hüsnü Bey, bu tür eleştirileri ve sözleri ciddiye almayacak ve gocunmayacak kadar yüzsüzce bir tutum içindedir ve yolundan döndürülebilecek durumda da değildir. Yunanlıların Manisa’yı işgalleri sırasında herhangi bir direniş olayı yaşanmaması için gereken her türlü tedbiri almış ve herşeyi yapmaya da kararlıdır. Bu nedenle bazı zamanlarda halka baskı yaparken, bazı durumlarda alttan almış, ama amacına ulaşabilmek için gerektiğinde yerli Rumlarla bile işbirliği yaparak onları Türklere karşı silahlandırmaktan da çekinmemiştir. (İlhan Selçuk-,Yüzbaşı Selahattin’in Romanı, Cilt: 2, Sf: 75) Zaten, Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşmasının ardındanManisa Mutasarrıfı Hüsnü Bey de İşgalci Yunanlı güçlerle birlikte yurt dışına kaçmıştır.
Sonunda, İzmir’in işgalinden 10 gün sonra, 25 Mayıs 1919’da, Yunan İşgal KomutanıZafiriu’nun emirleri doğrultusunda, işgalle görevli Yunan 5. Alayı Komutanı Çakalos, Mutasarrıf Hüsnü Bey’e haber gönderdikten sonra, emrindeki kıtaları Manisa’nın işgali için harekete geçirir. Mutasarrıf Hüsnü Bey ve onun sofralarından kalkmadığı kentin bir kısım ileri gelenleri iki ayrı grup halinde Yunanlıları hastane önünde ve garda beklerler. Yunan komutanına ekmek ve tuz ikram ederek, kendilerini bir düşman değil, dost olarak gördüklerini ve işgalci gibi görmediklerini, kenti herhangi bir direnişle karşılaşmadan teslim alabileceklerini, kentin kendilerine teslim olduğunu anlatan bir ifadeyle Yunanlı güçleri karşılamışlardır. Zaten kentte bir çok işyeri, ev ve mağazalarda da Yunan bayrakları asılı durumdadır. Yunan 5. Alay KomutanıAlbay Çakalos, solunda Mutasarrıf Hüsnü Bey ve onun eşrafından birkaç kişi, sağında daMetropolit olmak üzere, yerli Rum ve Ermenilerin alkışlı tezahüratlarıyla, ev ve işyerlerine asılı Yunan bayrakları arasından buradan Hükümet Konağı’na kadar ilerler. Hükümet Konağı’na da Yunan bayrağı çekilmiştir.
17. Kolordu komutanlığına atanan ve ilk etapta direniş örgütlemek amacıyla Akhisar’da konuşlanan Albay Bekir Sami Bey, İzmir’den sonra Manisa’nın da yunanlılarca işgal edildiğini Mustafa Kemal’e gönderdiği şu telgrafla bildirir: “25 Mayıs 1919 günü Yunanlılar, bir alayla vukuatsız olarak Manisa’yı işgal etmişlerdir. Verilen kati emre rağmen vatansız bir Mutasarrıfın düşman lehine propagandası, mevki kumandanının aciz ve tereddütü, İngiliz İrtibat subayının hilekar müdahelesi neticesinde Manisa’da 48.000 silah, 8 kamalı top ve seksen kadar kamasız muhtelif ve milyonlarca cephane düşmana terkedilmiştir. Böylece bu mıntıkada milli heyecan silahsızlıktan dolayı akamete mahkum kalmış gibidir.” (Rahmi Apak-Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, Sf: 64)