Bugünkü uzay çağında başka gezegenleri keşfe çıkıp buralarda yaşam var mı diye araya duralım, belki de sonsuza kadar içinde yaşamak zorunda olduğumuz kendi gezegenimiz "Dünya"ya ise pek iyi baktığımız söylenemez. Bunun için Dünya Çevre Günü, Çevre Koruma Haftası, Toprak Bayramı, Erozyonla Mücadele Haftası gibi bazı gün ve haftalar da ilan edilmiş. Bunların yaşama geçirilişi, çevresel sorunlar ve bunlara neden olan etkenlerin ortaya konulup, çözüm yolları da gösterilerek ekolojik yaşama toplum olarak sahip çıkılmasını amaçlıyor.
Ekolojik yaşam rant kapısı haline geldi
Yaşadığımız çevre sorunlarına baktığımızda, daha çok sermayenin ve siyasi iktidarların tavrını eleştirmek zorunda kalıyoruz. Yapılan araştırmalarda şu sonuç ortaya çıkıyor: Sermayenin doğaya karşı tutumu oldukça saldırgan! Özellikle Türkiye’de çevre kirliliği, çevre katliamı gibi çevresel tehditlerin oluşmasında en birinci sırada çarpık sanayileşmenin yer aldığı görülüyor. Doğaya saldırgan bir davranışa sahip sanayileşme, ancak “çarpık sanayileşme” olarak tanımlanabilir. Ekolojik dengenin bozulması ve çevre katliamlarında görülen en büyük yanlışlar; sermayenin doğayı meta gibi gören sakat anlayışı, siyasi iktidarların sadece sermayenin çıkarını kollayan tutumu, sermayenin çıkarı için çevrenin talan edilmesinin önünü açacak yasalar çıkarmasına dayanıyor. Bu yanlışlar, doğadaki ekolojik yaşamı günümüzde artık “rant kapısı” haline getirmiş durumda.
Yaşadığımız çevre sorunlarına baktığımızda, daha çok sermayenin ve siyasi iktidarların tavrını eleştirmek zorunda kalıyoruz. Yapılan araştırmalarda şu sonuç ortaya çıkıyor: Sermayenin doğaya karşı tutumu oldukça saldırgan! Özellikle Türkiye’de çevre kirliliği, çevre katliamı gibi çevresel tehditlerin oluşmasında en birinci sırada çarpık sanayileşmenin yer aldığı görülüyor. Doğaya saldırgan bir davranışa sahip sanayileşme, ancak “çarpık sanayileşme” olarak tanımlanabilir. Ekolojik dengenin bozulması ve çevre katliamlarında görülen en büyük yanlışlar; sermayenin doğayı meta gibi gören sakat anlayışı, siyasi iktidarların sadece sermayenin çıkarını kollayan tutumu, sermayenin çıkarı için çevrenin talan edilmesinin önünü açacak yasalar çıkarmasına dayanıyor. Bu yanlışlar, doğadaki ekolojik yaşamı günümüzde artık “rant kapısı” haline getirmiş durumda.
Çarpık sanayileşme ile vahşi madencilik buluşunca
Çarpık sanayileşmenin neden olduğu çevre dramları yetmezmiş gibi, şimdi de daha büyük bir tehdit devreye girmiş durumda. Mevcut madencilik yasası ile ülkemize dayatılan vahşi madencilik anlayışı daha da büyük çevre katliamcısı olarak karşımızda duruyor. Tüm su kaynakları, ormanlar, tarım alanları, meralar ve sit alanları sadece sermayenin ve maden şirketlerinin çıkarı için kullanılmak adına, tüm canlılar, insanlar ve halk yok sayılırcasına talan ediliyor. Sonuçta çarpık sanayileşme ile vahşi madencilik buluşunca, doğadaki ekolojik yaşam için adeta idam fermanı çıkarılmış gibi bir tehdit oluşmuş durumda. İşte çarpık sanayileşme sonucu zehirli atıklarla kirletilen Gediz Nehri artık can çekişiyor. Onunla birlikte dünyanın en bereketli topraklarının bulunduğu Gediz Havzası da giderek çölleşme tehdidinin etkisi altına girdi. Vahşi madencilik anlayışının en somut örneği olan Turgutlu Çaldağı’ndaki nikel madenciliği ise, bu felaketi daha da korkunç hale getirecek büyük bir tehlike potansiyeli taşıyor.
Çevre bakanlarının sözleri bir suçun itirafıdır
Çevre Bakanı İdris Güllüce’nin “Çevre, helal maldır” sözleri ürkütücüdür. Bir Çevre Bakanı, “çevre”ye tüm canlıların ortak yaşam alanı olarak değil de “mal” gözüyle bakabilir mi? Bakan Güllüce’nin bu sözleri aslında ülkemizdeki sermayenin doğaya meta gözüyle baktığını, doğanın yaşam kaynaklarını kendi çıkarı için sömürmeye yöneldiğini ve neden çevreye karşı saldırgan bir politika izlendiğini açıklıyor. Bu nedenle Bakan Güllüce’nin sözleri aslında bir suçun itirafıdır. Tıpkı daha önceki Çevre Bakanlarının sözleri gibi. 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonucu istifa etmek zorunda kalan önceki Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın “Ben ne yaptıysam Başbakanın bilgisi dahilinde ve isteği üzerine yaptım” sözleri ve ondan önce bu bakanlık koltuğunda oturan Veysel Eroğlu’nun Turgutlu Çaldağı’ndaki madencilik için verdiği izni “İngilizler çok baskı yaptı o yüzden istedikleri izni vermek zorunda kaldım” şeklinde açıklayan sözleri bir suçun itirafı değil midir? İşte bu yüzden, bugün doğayı kendi hükümetine karşı koruyan dünyadaki tek toplum haline geldik.
Doların yeşili için doğanın yeşili katlediliyor
Çevre Bakanı’nın “çevre helal maldır” sözleri ile ifade ettiği sermayenin çevreyi de meta olarak gördüğü bir sistemde, artık ekolojik yaşam da “rant kapısı” haline getirilmiştir. Doların yeşili için doğanın yeşili katledilmektedir.
Çarpık sanayileşmenin neden olduğu çevre dramları yetmezmiş gibi, şimdi de daha büyük bir tehdit devreye girmiş durumda. Mevcut madencilik yasası ile ülkemize dayatılan vahşi madencilik anlayışı daha da büyük çevre katliamcısı olarak karşımızda duruyor. Tüm su kaynakları, ormanlar, tarım alanları, meralar ve sit alanları sadece sermayenin ve maden şirketlerinin çıkarı için kullanılmak adına, tüm canlılar, insanlar ve halk yok sayılırcasına talan ediliyor. Sonuçta çarpık sanayileşme ile vahşi madencilik buluşunca, doğadaki ekolojik yaşam için adeta idam fermanı çıkarılmış gibi bir tehdit oluşmuş durumda. İşte çarpık sanayileşme sonucu zehirli atıklarla kirletilen Gediz Nehri artık can çekişiyor. Onunla birlikte dünyanın en bereketli topraklarının bulunduğu Gediz Havzası da giderek çölleşme tehdidinin etkisi altına girdi. Vahşi madencilik anlayışının en somut örneği olan Turgutlu Çaldağı’ndaki nikel madenciliği ise, bu felaketi daha da korkunç hale getirecek büyük bir tehlike potansiyeli taşıyor.
Çevre bakanlarının sözleri bir suçun itirafıdır
Çevre Bakanı İdris Güllüce’nin “Çevre, helal maldır” sözleri ürkütücüdür. Bir Çevre Bakanı, “çevre”ye tüm canlıların ortak yaşam alanı olarak değil de “mal” gözüyle bakabilir mi? Bakan Güllüce’nin bu sözleri aslında ülkemizdeki sermayenin doğaya meta gözüyle baktığını, doğanın yaşam kaynaklarını kendi çıkarı için sömürmeye yöneldiğini ve neden çevreye karşı saldırgan bir politika izlendiğini açıklıyor. Bu nedenle Bakan Güllüce’nin sözleri aslında bir suçun itirafıdır. Tıpkı daha önceki Çevre Bakanlarının sözleri gibi. 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonucu istifa etmek zorunda kalan önceki Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın “Ben ne yaptıysam Başbakanın bilgisi dahilinde ve isteği üzerine yaptım” sözleri ve ondan önce bu bakanlık koltuğunda oturan Veysel Eroğlu’nun Turgutlu Çaldağı’ndaki madencilik için verdiği izni “İngilizler çok baskı yaptı o yüzden istedikleri izni vermek zorunda kaldım” şeklinde açıklayan sözleri bir suçun itirafı değil midir? İşte bu yüzden, bugün doğayı kendi hükümetine karşı koruyan dünyadaki tek toplum haline geldik.
Doların yeşili için doğanın yeşili katlediliyor
Çevre Bakanı’nın “çevre helal maldır” sözleri ile ifade ettiği sermayenin çevreyi de meta olarak gördüğü bir sistemde, artık ekolojik yaşam da “rant kapısı” haline getirilmiştir. Doların yeşili için doğanın yeşili katledilmektedir.
Ancak bilmemiz gereken bir şey var: Çevreye karşı gözü dönmüşçe saldırgan politika izleyenler, doğanın sahibi imiş gibi davranmaya devam ettikleri müddetçe, bu durum kendilerini sadece “çevre suçlusu” ve “doğa katili” yapacaktır. Doğanın yaşayan en büyük canlı olduğunu biliyorsak, kendisini kirleten ve katledenleri kesinlikle bağışlamayacağını da bilmeliyiz. Ve insanoğlu “ben doğanın hakimiyim” yanılgısına düşerse, doğanın intikamı korkunç olur.
Kaynak: www.metinsert.com
Kaynak: www.metinsert.com