Karşı olduğumuz asıl konu nedir?
Halkımızın en çok kandırıldığı ve bizlerin de net şekilde ortaya koyup yanıt vermemiz gereken bir konu var: Çevrecilerin karşı çıktığı asıl şey nedir? Bu tepkili insanlar Türkiye’de madencilik yapılmasını mı istemiyorlar?
Yeraltı zenginliklerimizi yağmalamak için kolları sıvamış yerli veya yabancı maden şirketlerinin çevrecileri suçlamaya, dolayısıyla da halkımızı aldatmaya yönelik yürüttükleri en önemli propaganda malzemesi, “madenlerin yeraltı zenginliği anlamına geldiği, Türkiye’de madenlerin kıymetinin bilinmediği, çevrecilerin ise madencilik yapılmasının önüne geçmeye çalıştıkları, böylelikle yoksulluğun devamına neden oldukları” şeklindeki gülünç suçlamaları.
Oysa asıl konu, “Türkiye’de madencilik yapılsın mı, yapılmasın mı?” konusu değil. Konunun maden şirketleri tarafından buraya odaklanmaya çalışılması, halkın kafasını karıştırıp aklını çelmek için yapılan bir manevra ve bu amaçla konunun saptırılıp çarpıtılmasından başka bir şey değil. Çünkü asıl karşı çıkılan; Türkiye’de madencilik yapılması değil, uygulanmak istenen “vahşi madencilik” anlayışı ve bu anlayışa ortam yaratan ülkemizdeki madencilik yasasıdır.
Nasıl bir madencilik anlayışı?
Bir madenin yeraltı zenginliği olduğunu bir ilkokul çocuğu bile bilir. Asıl önemli olan; bu zenginliğin kimler tarafından kullanılması gerektiği, hangi yöntemle elde edilip, nasıl değerlendirileceğinin doğru bilinmesi. Çevreciler ve yaşam savunucuları; insana ve çevreye saygısı olmayan, doğal güzelliklerimizi ve tarihi zenginliğimizi tahrip ve talan eden, dolayısıyla “vahşi madencilik” olarak tanımlanabilecek böylesi bir madencilik anlayışının karşısındadır. Ama insana ve çevreye saygılı, doğal güzelliklerimiz ve tarihi zenginliğimizi koruyan bir madenciliğin yanındadır.
Peki, böylesi bir sistemde çevreye ve insana dost ve saygılı bir madencilik mümkün mü? Maalesef bütün bu manzaraya neden olan ve bu ortamı yaratan bu iktidar döneminde böyle bir madencilik uygulanmasının olanağı görülmüyor. Bu nedenle tüm çevrecilerin ve yaşam savunucularının mücadelelerini sürdürüp, daha geniş boyuta taşımaları, bir ileri aşamaya götürmeleri dışında bir başka seçenekleri kalmıyor. Çünkü yaşanan tüm gerçekler kafalara vura vura bir şeyi daha öğretiyor: Vahşi kapitalizmin madencilik anlayışı da vahşi madenciliktir!
Doğa bize söylüyor
Dolayısıyla maden ve madencilik ile ilgili bu soruyu alternatif madencilik anlayışını da vurgulayacak şekilde “çevreci bir üslup” ile yanıtlayabilmek adına şöyle bir açılım ortaya koymak güzel olmaz mı?
Maden denilen şey; bir yer altı zenginliğidir, ama doğanın kendisi tarafından üretilen, bizzat doğa tarafından insanlığa bir armağan olarak sunulmuş bir cevherdir. Bir bölgede veya ülkedeki cevherin taşıdığı anlam, bu toprakları kendilerine vatan edinebilmiş insanların, bu nedenle doğa tarafından böyle bir zenginlik ile ödüllendirilmesidir. Dolayısıyla bir ülkedeki cevher, bu toprakların gerçek sahibi olan halk için bu nedenle doğa tarafından sunulmuş bir armağan, gelecek nesilleri için de doğa tarafından bu anlamda sunulmuş bir sermayedir. Dolayısıyla bu cevherin ve zenginliğin, gerçek sahibi olan halka kazandırılması gerekli.
Ama bu cevheri insanlığa bir zenginlik diye sunan, bir sermaye diye armağan eden doğanın dilinden eğer anlıyorsak, bize sunulan bu armağanın hangi şekilde elde edilip, nasıl değerlendirileceğini de doğru bilmek zorundayız. Asıl önemli olan; yeraltındaki bu cevherin bir sermaye veya zenginlik olduğunun bilinmesi değil, ona nasıl ulaşılabileceği konusu.
Eğer doğanın dilinden biraz anlıyorsak, “vahşi madencilik” yüzünden bugüne kadar yaşadığımız ve karşı karşıya kaldığımız çevresel felaketler aracılığı ile aslında doğa bize şunu söylemektedir:
“Bu cevher, çağlardan beri şefkatli bir ana gibi bağrında taşıdığı tüm canlıları besleyip barındıran TABİAT ANA tarafından en değerli canlı varlık olan insanoğlu için birarmağan diye sunulmuş, yaşadığı toprakları kanlarıyla sulayarak vatana dönüştüren halkların geleceği için ‘bir de sermayeleri olsun’ diye üretilmiş bir zenginliktir. Bu nedenle insanoğlunun bu armağan ve zenginliğe taşıdığı bu anlama uygun şekilde ulaşması gerekir. Eğer insanoğlu bu cevhere insan gibi ulaşmayı hâlâ öğrenemediyse, etrafını tahrip etmeden, topraklarının kıymetini bilmeden, kendi nesline ve diğer canlılara zarar vermeden, tabiat ananın canını yakmadan bu zenginliği elde etmeyi hâlâ beceremiyorsa, o zaman insanoğlu böyle bir zenginliği elde etmeye, bu cevhere ulaşmaya, bu armağana kavuşmaya da hâlâ layık bir hale gelememiş demektir. O halde bırakın bu cevher olduğu yerde kalsın, insanoğlu bu armağana insan gibi ulaşacağı, böyle bir zenginliği elde etmeye layık olacağı düzeye gelinceye kadar, toprağın altında, gelecek nesiller için en karanlık günlerinde kendilerine ışık ve umut olabilecek bir sermaye olarak beklemeye devam etsin!”