1. Ege Çevre Kurultayı 9 Kasım 2013 tarihinde TURÇEP’in ev sahipliğinde, Çaldağı’nda işletilen nikel madenine karşı mücadelenin yoğunlaştığı Turgutlu’da gerçekleştirildi.
Turgutlu Çaldağı’nda işletilmek istenen nikel madeninin dünyanın en verimli 7 tarım harikasından biri olan Gediz havzası için felaket olacağı bir kez daha vurgulanırken, felaketin boyutunun insan yaşamını korkunç düzeyde etkilemesi yanı sıra ülke ekonomisini tarımsal alanda çökertecek kadar büyük olacağına dikkat çekildi.
Alanında uzman bilim insanları ve hukukçuların katıldığı 1. Ege Çevre Kurultayı sadece Ege değil, ülkenin dört bir yanında yaşam alanlarını koruma mücadelesi verenleri de bir araya getirdi. İki bölüm halinde yapılan kurultayda, önce ülke genelindeki çevre sorunları ve yaşanan doğa kıyımları genel bir çerçeve çizilerek ele alındı. Bu bölümde, yaşanmakta olan tüm çevresel sorunların temelinde sermaye düzeninin doğayı kendi çıkarı için özelleştirme tavrıyla yaşam alanlarına yönelik saldırganlığı ve siyasi iktidarların sermayenin çıkarı doğrultusunda izledikleri politikanın yattığı ortaya kondu.
İkinci bölümde ise bu anlayış ve politikanın yarattığı çevre talanı ve doğa yıkımlarına karşı yaşam alanlarını savunma mücadelesi veren yaşamlarını ve yaşam alanlarını koruyanlar, yaşam savunucuları deneyimlerini paylaştılar. Konuşmalarda yerellerdeki yaşam alanlarına yönelik sermaye saldırıları, yarattığı çevresel sorunlar ile bu sorunların boyutları ve bunlara karşı yürütülen mücadele bizzat direnişin içinden gelen yaşam savunucuları tarafından aktarıldı.
Gerze gibi mücadelenin başarıyla sonuçlandığı direniş deneyiminin paylaşıldığı kurultayın son bölümünde ise, kapitalist sistemin yarattığı bu doğa yıkımlarının engellenebilmesi için daha güçlü mücadele yolları, çözüm yolları ve birlikte neler yapabileceği konularında görüşler ortaya konuldu. Ekoloji mücadelesinin mevcut sisteme karşı mücadelenin bir başka boyutu olduğuna da dikkat çekilirken, içeriği “yaşam savunusu” olan yerellerde yürütülen halk mücadelesinin toplumun her kesimini kapsayacak bir örgütlülük örebilmesinin önemi bir kez daha ortaya konuldu.
Sermaye düzeni ve çevre sorunlarına ilişkin değerlendirmeler:
1- Sürekli tekrarlanan krizi, kapitalizmi bugün doğayı da bir meta gibi gören, sermayenin çıkarı doğrultusunda ticarileştirip yaşam kaynaklarını sömüren ve tüm canlıların ortak yaşam alanlarına vahşi bir saldırganlıkla el uzatan “vahşi kapitalizm” aşamasına getirmiştir.
Son krizlerinden çıkmak için artık tüm yaşama doğrudan saldıran sermaye, çıkarı doğrultusunda suyumuza el koyuyor, dereler, yer altı suları, kıyılar, tarım alanları, meralar, ormanlar, tarihi ve doğal koruma (sit) alanlar, hatta denizler bile doğanın varoluşu; canlıların, insanların yaşamı hiçe sayılırcasına pazarlanıyor/sermaye birikimine sokuluyor.
2- Enerji aldatmacası ile kurulan derelerin suyunu doğadan koparan HES (hidroelektrik santraller) projeleri gerçekten enerji ihtiyacının karşılanması için değil, sulara el koymak, suyu piyasada alınır satılır hale getirmek (metalaştırmak) ve doğadaki yaşam alanlarını sermaye birikimine sokmak üzere planlanmıştır. Kapitalizmin HES, RES (rüzgâr enerji santralleri), termik santral, nükleer santraller gibi hızlıca yaşama geçirmeye çalıştığı enerji politikaları doğa, toplum ve insan odaklı bir anlayışta değil, kendi krizinden çıkmak üzere sermaye birikimi sağlama amacındadır.
3- AKP iktidarının izlediği politikadaki çevreye karşı saldırgan tutumu da sermaye düzeninin günümüzdeki bu “vahşi kapitalizm” anlayışının doğrudan yansıması ve hükümet aracılığıyla hayata dayatılmasıdır.
4- Tarımda uygulanan politika, köylünün mülksüzleştirilmesi ve üreticinin yoksullaştırılması amacına hizmet etmektedir. 2006 yılında çıkarılan tohumculuk kanunu ile de yerel tohum üretimi ve satışı yasaklanmaya çalışılmaktadır. GDO’lu ürünler üretim artışı sağlamadığı gibi, bu ürünlerin sağlığa olan olumsuz etkileri vardır. Böylece tarım üretimini de ele geçirmeyi, hem tarım üretimini kendi kontrolleri altına almayı hem de suya erişemeyecek çiftçilerin topraklarını da ele geçirerek endüstriyel tarımı hedeflemektedirler.
5- Ülkemiz yaşam alanları geri dönüşümü olanaksız biçimde tahrip edilmekte, yeraltı suyu ile kayaçları ile yağmalanmak üzere yerli-yabancı sermayedarlara peşkeş çekilerek halkın sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı elinden alınmakta, doğadaki tüm canlıların yaşam alanları geri dönüşümsüz yok edilmektedir. Yeraltının yağmalanmasına yönelik çıkartılan mevcut madencilik yasası da bu projenin önemli bir parçasıdır. Mevcut madencilik yasası, çevre talanlarına yol açacak kadar doğaya, insana ve hukuka karşı saldırgan bir yasadır ve başta altın, gümüş ve nikel işletmeciliği olmak üzere tüm vahşi madencilik faaliyetleri, taş ocakları ile ormanların delik deşik edilmesi derhal sona erdirilmelidir.
6- Tüm canlıların ve cansızların birlikte var olduğu alanları, ormanları, meraları, dereleri, yeraltı katmanlarını, kıyıları, tarım alanlarını yaşam için en temel unsuru olan suyu, sermaye birikimine sokan iktidar ve sermaye ortaklığındaki sermaye düzeninin saldırganlığına karşı yaşam alanlarını korumaya çalışan çevre örgütlerinin ve yaşam savunucularının verdikleri halk mücadelesi tamamen meşrudur, hukukidir.
7- “Temiz enerji” safsatası ile birlikte ülkenin meralarının, ormanlarının, tarım alanlarının ve sularının sermayenin kar hırsı için talan edilmeye çalışıldığı bir ortamda, sermaye sistemi tarafından dayatılan “hangi enerji türü”, “alternatif enerji ne olmalıdır” aldatmacasına gelinmemelidir. Bu aldatmacaların halkı sermaye biriktirmek için yapılan bir proje yerine diğerine yönelten sermaye düzeninin oyunları olduğu açıkça ortadadır.
8- Halkın yaşam alanlarına yönelik dayatılan HES, RES, termik santral, nükleer santraller gibi projeler derhal durdurulmalı, yapılacak her türlü projeden önce halkın mutabakatı aranmalı, Avrupa’nın enerji tedarikçisi olacağız diye yaşam alanlarımızı elimizden alan, kirleten termik ve nükleer santraller projeleri iptal edilmelidir. Enerjinin yerellerde üretilip, yerelin tüketimi ölçüsünde planlanması, hem yaşamın devamı, hem de eko sistemin korunması için gereklidir.
9- Sermayenin ülkemizdeki sanayileşme anlayışı, çevreye bakışı açısından son derece “özürlü” ve “çarpık bir sanayileşme” olarak nitelendirilmelidir. Günümüzde sanayileşme, sanki tarıma alternatifmiş gibi sakat bir anlayışa dayandırılmaya ve tarımın sanayileşme uğruna feda edilmesi gibi bir saçmalığa kadar getirilmeye başlanmıştır. Bunun bir göstergesi; sanayi kuruluşlarının en verimli tarım alanlarının göbeğine kurulacak kadar tarım alanlarını yok edecek şekilde konuşlanması, pek çoğunun ruhsatsız işletmeler olması, neredeyse hemen hepsinin arıtmadan atıklarını doğaya bırakmalarıdır. Bu çarpık sanayileşme anlayışı da günümüzde en büyük çevre katliamcısı bir gelişme haline gelmiş ve Ege Bölgesinin en önemli hayat damarı olan Gediz Nehri, zehirli sanayi atıkları nedeniyle bugün can çekişir bir hale getirilmiştir. Çarpık sanayileşme önlenmeli, verimli tarım alanları üzerine sanayi tesisleri kurulması engellenmeli, arıtma tesisi olmayan kuruluşlara ruhsat verilmemelidir.
Kurultayda gündeme getirilen önerileriler ve alınan bazı kararlar:
1. Çevreci direnişler yaşam alanlarını korumaya yönelik ve dolayısıyla yaşamsal öneme sahip mücadeleler olması bakımından kesinlikle kaybedilmemesi gereken mücadelelerdir. Bu bakımdan mücadeleyi güçlü kılmak adına ortak bir mücadele kulvarı oluşturulacak şekilde, birlik ve dayanışmayı da sağlayacak bir mücadele anlayışı geliştirilmelidir.
2. Böyle bir sürecin geliştirilmesi için, bu amaçla başlatılan 1. Ege Kurultayı’nın sonuçlarının da değerlendirilmesi temelinde, kurultayın geleneksel hale getirilmesi, değişik yerlerde ve belli dönemlerde kurultayların düzenlenmesinin yararı vardır.
3. Karadeniz’de yaşam bulan Derelerin Kardeşliği benzeri bir anlayış ve örgütlenmenin Büyük Menderes, Küçük Menderes, Gediz, Bakır çay, Kuruca Nehirlerini içeren Ege Bölgesinin beş önemli nehirlerini kapsayacak olan Ege’de Nehirlerin Kardeşliği Platformu kurularak, bu nehirlerdeki kirliliğe, nehirlere ve vadilerine sermayenin saldırganlığına yönelik mücadele edilmesi gereklidir.
4. Yaşam savunucularının iletişimi, mücadele deneyimlerinin paylaşılması ve dayanışma amaçlı sosyal medya uygulamalarının geliştirilmesi gereklidir. Bunun için EGEÇEP’in koordinatörlüğünde web sitesi ve iletişim ağı oluşturulmasında yarar vardır.
5. Platform bileşenleri tarafından örgütlenerek basılacak ve yine bileşenler tarafından dağıtılacak bir yazılı bülten çıkarılması için çalışma yapılmalıdır.
6. Yaklaşan yerel seçimlerde yaşam alanlarını koruma odaklı siyasi partilerin ve adayların desteklenmesi için gerekli adımlar atılmalı, yaşamın korunmasına dönük ortaya konan ilkeler belirlenmeli ve Ege Bölgesinde yörelerinde yaşam alanlarını koruma mücadelesi yürüten çevreci örgütlerin imzası ile bir “Çevre Manifestosu” oluşturulmalıdır. Bu manifesto toplanarak, adaylara gönderilmelidir. Çevreci direniş hareketleri, yörelerinde çevreci yerel yönetimler yaratmayı önlerine hedef olarak koymalıdır.
7. Ekoloji mücadelesinin daha dinamik bir yapıya da kavuşturulması açısından özellikle gençlik düzeyinde örgütlülük gereklidir. Ege bölgesinde ilk etapta EGEÇEP ve TURÇEP merkezli bir gençlik komisyonunun oluşturulması gereklidir.
8. Doğa insanların diğer canlılarla birlikte ortak yaşam alanıdır. Yaşam alanlarını korumak için verilecek mücadelenin tüm canlıların adına da verilmesi gerektiği benimsenmelidir. Bu nedenle özellikle yerellerde toplumun her kesimini kapsayacak bir örgütlülük anlayışı geliştirilmeli, bu amaçla yapılacak bilgilendirme çalışmaları mutlaka halka (özellikle köylere) gidilerek yapılmalıdır.
9. Mücadele dili ortaklaştırılmalı, mücadele sermaye düzeninin oluşturduğu söz, tanım ve yöntemlerden arındırılmalıdır.
10. Ekolojik mücadelenin, bu tür çevresel sorunların bizzat yaratıcısı olan mevcut kapitalist sisteme yönelik mücadele ve sınıf mücadelesinden soyutlanamayacağı, mücadelenin antikapitalist bir mücadele olduğu bilinci oluşturulmalıdır.
11. Kurultay sonunda ise, başta “maden yasası” ve buna dayanılarak yapılan vahşi madencilik uygulamaları olmak üzere, halkın yaşam alanlarına yönelik sermaye saldırılarının yarattığı tüm çevresel sorunlara ve doğa yıkımlarına dur demek için, birlik ve dayanışmayı da geliştirmek adına yapılan kurultayla birlikte atılan adım doğrultusunda, 23 Kasım 2013 Cumartesi günü Turgutlu’da “Çaldağı’nda Madene Hayır” mitingi yapılmasına ve bu mitinge kurultaya katılan tüm örgütlerin kitlesel düzeyde katılımına karar verdi.
Kurultaya saygılarımızla…
EGE ÇEVRE VE KÜLTÜR PLATFORMU TURGUTLU ÇEVRE PLATFORMU
20 Kasım 2013