Hevsel Bahçeleri’ne yönelik hayata geçirilen çevre katliamı ilk etapta 7 bin ağacın katledilmesi ile başladı. Hevsel Bahçeleri’nde HES için 7 bin ağacın katledilmesi ile başlayan girişimin de sadece burada durmayacağı Dicle vadisini yok edici bir talana kadar gideceği açıktır. Ama yöre halkının haklı direnişi sadece ağaç katliamına bir karşı duruş değil, yok edilmek istenen bir yaşam kaynağını sahiplenme, dolayısıyla yaşamı savunma refleksidir. Çünkü Gezi Parkı ile birlikte toplumda oluşan çevreci uyanış artık günümüzde en üst düzeye yükseldi. Dolayısıyla insanlarımız artık yaşanan çevre dramlarının, siyasi iktidarın çevreye yönelik bu yok edici politikası ve tutumunun ardında sermayenin doğayı talan edercesine çevreye saldırgan anlayışının yattığını algılamış durumda.
Çevre Bakanlarının sözleri bir suçun itirafıdır
Şimdiki Çevre Bakanı İdris Güllüce’nin 1 Mart tarihinde İstanbul Topkapı Eresin Hotel’de Mimar ve Mühendisler Grubu’nun toplantısında söylediği sözler AKP iktidarının çevreye bakışının ne kadar sakat ve saldırgan bir anlayış içerdiğini anlamamız bakımından çok anlamlıdır. Aynen şöyle diyor Çevre Bakanı Güllüce: “Çevre, Müslümanların özbeöz anasının ak sütü kadar helal, kendi mallarıdır.” Aklı sıra hem çevrecilere hem de dünyaya çevrecilik dersi vermek için söylemiş bunları. Bu sözlerde göz boyamak için kullanılan İslami söylemleri çıkarırsak, geriye kalan şudur: Çevre, helal maldır! Bu sözler sadece akıl ve zeka fukarası bir anlayışı yansıtmıyor, günümüzde sermayenin neden çevreye karşı bu kadar saldırgan bir hale geldiğini de anlatıyor. Dünyada “çevre” için “mal” deyimi kullanan, tüm canlıların ortak yaşam alanı olarak değil de sadece “mal” gözüyle bakan bir başka Çevre Bakanı var mıdır? Bakan Güllüce’nin bu sözleri aslında sermayenin doğayı da meta gözüyle gördüğü, doğanın yaşam kaynaklarını kendi çıkarı için sömürmeye yöneldiğini ve bu yüzden insanların yaşam alanlarını ve ekolojik yaşamı neden yok edercesine çevreye karşı saldırgan bir politika izlendiğini de açıklamaktadır. Bu nedenle Bakan Güllüce’nin sözleri aslında bir suçun itirafıdır. Tıpkı daha önceki Çevre Bakanları’nın sözleri gibi.
17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonucu istifa etmek zorunda kalan önceki bakan Erdoğan Bayraktar’ın “Ben ne yaptıysam Başbakan Erdoğan’ın bilgisi dahilinde ve isteği üzerine yaptım, toplumu rahatlatmak için kendisi de istifa etmelidir” şeklindeki sözleri de bir itiraf değil midir? Ve kendisinden önce bu bakanlık koltuğunda oturan şimdiki Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun Turgutlu Çaldağı’nda madencilik faaliyeti için verdiği izni “Ne yapayım İngilizler çok baskı yaptı o yüzden istedikleri izni vermek zorunda kaldım” sözleri de bir suçun itirafı değil midir?
Ekolojik yaşam rant kapısı haline geldi
Bizler günümüzde iktidar olan bu İslamcı zihniyetin sadece dolar yeşilini sevdiğini hep söylüyorduk. Zaman bizleri ne kadar haklı çıkardı. Dini kullanarak İslamcı kimlikleri ile iktidar olanlar günümüzde en büyük çevre katliamcısına dönüşüverdiler. Doların yeşilini sevenler doğanın yeşilinden nefret ediyor. Dolayısıyla AKP iktidarı döneminde Türkiye bir yandan Yüksekova’dan Karaburun’a kadar çepeçevre sermayenin çıkarı uğruna yaratılan çevre talanlarına karşı yaşam alanlarını savunmaya çalışırken, bir yandan da her gün yeni bir ses kaydı daha var mı diye yolsuzluk ve rüşvetin yeni bir halkasını daha izliyor. Hem çevre talanı, hem de yolsuzluk ve rüşvet bir ülkede bu kadar zirve yapmışsa, bunun anlamı yolsuzluk ve rüşvetin ekolojik yaşamı da kuşattığıdır. Çünkü şimdiki Çevre Bakanı’nın “çevre helal maldır” sözleri ile ifade ettiği sermayenin çevreyi de meta olarak gördüğü bir sistemde ekolojik yaşam da bu iktidar döneminde bir rant kapısı haline getirilmiştir. Yaşanılan çevre dramlarının ardında da bu zihniyet ve sermayenin çevreye karşı bu anlayışı yatıyor. Dolar yeşili için doğanın yeşili katlediliyor.
2013 ekolojik isyan yılı, 2014 yolsuzlukla mücadele yılı
Bu nedenle 2014 yılına "yolsuzluk ve rüşvetle mücadele yılı" olarak başlangıç yapılan Türkiye’de 2013 yılı da yine aynı nedenle "ekolojik isyan yılı" olarak yaşandı. Gezi Parkı bu anlamda bir uyanış ve dirilişin sembolü oldu. AKP iktidarının Gezi olaylarını gözü dönmüş bir saldırganlıkla bastırmaya çalışması da çevreci mücadeleyi bitirmeye ve toplumu sindirmeye yönelik bir saldırganlıktı. Ama iktidar bunda başarı sağlayamadı. Çünkü Gezi olaylarının hemen ardından bu kez de Ege Bölgesi’nde yaşam savunucuları tarafından ortaya bir refleks konularak yeni bir sinerji yaratıldı. Çünkü 9 Kasım 2013 tarihinde gerçekleştirilen 1. Ege Çevre Kurultayı’nda yaratılan yeni sinerji ile Gezi olaylarının bir bozgunla sonuçlanması böylece engellendi. Ege Çevre Kurultayı Sonuç Bildirgesi ile ortaya konulanlar Türkiye’deki çevre katliamlarının ardında yatan nedenleri geniş çerçevede göstererek Gezi Parkı süreci ile başlayan uyanış ve dirilişi böylece bir bilinç ve kararlılık düzeyine taşıdı. Yaratılan bu algı ile birlikte, şimdi ise sermayenin Hevsel Bahçelerine yönelik saldırısına karşı başlayan haklı direniş her türlü saldırıya rağmen çevreci direnişin daha da artarak yükseldiğini anlatıyor.
Yöre halkı mücadelesinde haklıdır. Çünkü Diyarbakır’da “gizli cennet” diye de adlandırılan, dünya mirasına aday Hevsel’de sadece yaşama değil, tarihe ve kültüre de bir saldırısı söz konusu. Direnenler ve yaşam alanlarını savunanlar da sadece yaşama değil, binlerce yıllık bir kültüre ve tarihe de sahip çıkıyorlar. Bu nedenle, doğayı meta olarak gören sermayenin ve çevreyi mal olarak gören AKP iktidarının doğa talanına yönelik saldırısına karşı Hevsel’de yaşama sahip çıkarak direnen tüm yaşam savunucularına selam olsun!