Manisa yöresi, tarih boyunca yer alan tüm efsanelerle birlikte değerlendirilir ise, vadedilmiş veya bağışlanmış topraklar anlamına da gelir Anadolu tarihinde.
Eski mitolojide en büyük Tanrı olarak bilinip adlandırılan Zeus’un oğlu ve Lidya uygarlığının da ilk kralı olan Tantalos’un, aynı zamanda hem Manisa’nın kurucusu, hem de “Ağlayan Kaya” olarak da adlandırılan Niobe’nin de babası olması, bundan başka yaşadığı Spil Dağı’nın tarihte ve mitolojide Tanrıların Dağı diye de bilinip adlandırılması, tarihin babası sayılan Heredot’tan, şairlerin babası Homeros’a kadar uzanan bu zincirde Manisa yöresinin mitolojik çağlardan günümüze kadarki uygarlık tarihi içinde taşıdığı önemi de anlatır.
Eski Roma uygarlığı ve sonrasında da Bizans döneminde de sembolü olan üzüm nedeniyle “şarap merkezi” olarak değerlendirilen, geleneksel “Dyanisos" şenlikleri düzenlenen, tiyatronun da merkezi olan Manisa bölgesi, tarih içinde taşıdığı bu anlamlı yerini Osmanlılar döneminde ise daha farklı bir anlam daha kazanarak arttırıyordu. Osmanlı devletinin “ilk vilayeti” olan Manisa, bu nedenle bir süre sonra şehzadelerin eğitimi ve yetiştirilmesi için konuşlandırılarak“şehzadeler kenti” olarak da anılmıştır.
Bu nedenle yöremizin uygarlık tarihimiz içinde “vadedilmiş topraklar” ya da diğer adıyla“bağışlanmış topraklar” olarak adlandırılması gerekecek. “Vadedilmiş” ya da “bağışlanmış topraklar” deyiminin diğer karşılığı ise “cennet”tir. Çağrıştırdığı anlama uygun şekilde, tam anlamıyla bir cennet gibidir bu yöre. Cömert ve verimi bol olan, bereketli topraklara sahip bu yörenin insanı da çok sevmiştir toprağı. Çünkü bu yöre toprağının verimi “adam diksen adam yetişir” dedirten bir deyime bile dönüşmüş. O toprak ki; bire bin veren bereketiyle hep yüzünü güldürmüştür kendisine sevdalanan insanının.
İşte Manisa yöresini tarih boyunca bu kadar önemli bir yerleşim merkezi yapan en önemli özellik de budur. Toprağının bereketi. Manisa bugün ülke ekonomisine tarımsal olarak en büyük geliri sağlayan ilimizdir. Tarımsal gelir sağlayan iller sıralamasında en büyük gelirle Manisa birinci sırada yer alıyor. Bu bakımdan Manisa ovası tarım bölgesi olarak Türkiye’nin en değerli ovasıdır. Manisa’dan sonra da Kütahya 2. sırada geliyor. Manisa ve Kütahya’nın yanına Ege’nin incisi İzmir’i ve Kütahya ile Manisa’nın komşusu Uşak ilini da dahil ettiğimizde bu havza da“Gediz Havzası” olarak adlandırılıyor.
Dolayısıyla Gediz havzası da Türkiye’nin en değerli havzasıdır. Ama sadece Türkiye’nin de değil. Dünyada bir eşi benzeri daha bulunmayan, dünyanın 7 tarım harikasından biri olarak da adlandırılmaktadır Gediz Havzası. Hatta dünyanın diğer 6 tarım harikası içinde yüzölçümü bakımından en büyüğü Gediz havzası olduğundan, Manisa ovasının dünyada bir emsali daha bulunmayacak kadar “üzüm diyarı” olması, sıralamada Gediz Havzasının bu 7 harika içinde en üst sıralarda yer almasına nedendir. Örneğin Manisa ovası sayesinde Türkiye dünya üzüm ihracatında daima birinci sırada yer almaktadır. Amerika ise ikinci sırada yer alıyor.
Bir başka önemli özellik ise, Manisa’nın çekirdeksiz kuru üzümün dünya merkezi olarak bilinmesi. Çünkü Sultaniye çekirdeksiz üzüm dünyada sadece Türkiye’de, Manisa yöresinde yetişmektedir. Hatta Amerika bu unvanı Türkiye’nin elinden alabilmek için laboratuar ortamından da yararlanarak tam 25 yıl uğraşmış ama başarılı olamamış. Çünkü bilimi geliştirip iklimi taklit edebilseler de, toprağın aynısını üretebilmeleri, toprağı yapabilmeleri imkânsız. Çünkü toprağı üreten ve yapan tek şey doğanın kendisidir. Öyleyse Manisa yöresi mitolojideki anlamıyla “cennet” anlamına da gelen “bağışlanmış” anlamını taşımıyor mu? Yani doğanın insanoğluna bahşettiği topraklar…
Peki bu yöre toprağını dünya yüzünde bu kadar önemli, değerli ve bereketli kılan özellik nedir? Sadece iklimsel özelliği mi? Tüm Ege Bölgesi coğrafyada Akdeniz iklim kuşağı içinde gösterilir. Ama Manisa yöresinin toprağını bu denli değerli kılan eğer iklim özelliği olsaydı, o zaman Akdeniz bölgesinin merkezi olan Antalya ve Mersin gibi illerimizin toprağındaki verimlilik ve bereketlilik açısından Manisa’dan çok daha önde yer almaları gerekirdi. Demek ki bu nedeni iklimsel özellikle açıklamak zor. Bu durumu açıklayan tek neden, Manisa ovasının içinde yer aldığı ve dünyanın 7 harikasından biri olarak tanımlanan Gediz Havzası’na ismini veren Gediz Nehri’nin ta kendisidir.
Peki ama bu Gediz Nehri nasıl bir nehirdir ki, dünyanın 7 harikasından biri olan bu havzaya adını vermiş? Bu nehir nasıl bir nehirmiş ki, suladığı bu toprakları tarih boyunca dünyanın en değerli toprağı yapabilmiş. Bu nehir, bu toprakları nasıl bir sevda ve aşkla besleyip sulamış ki, dünyanın en cennet toprakları arasında bile öncelikli bir yere getirmiş. Öyleyse bir dizi formatında devam eden bu yazım, bundan sonra Gediz Nehri’ni ve bizim yüzümüzden başına neler geldiğini anlatmaya başlasın. Çünkü önceki yazılarımda nehirlerin bir vadinin veya havzanın hayat damarı olduğunu vurgulamıştım, toprağın da bir canlı olduğunu tanımlamak için. Eğer bir akarsu sulayıp beslediği toprağın hayat damarıysa, o zaman Gediz Vadisi’nin hayat damarı demek olan Gediz Nehri’ne bakıp, bu toprağın nabzını ölçmek mümkün.
Peki ya Gediz bugün simsiyah akıyorsa, toprağın nabzı nasıl atıyor olabilir?
Sonraki yazı: Çılgın Gediz'den can çekişen Gediz'e