Öyle görülüyor ki; emperyalist-kapitalist sisteme karşı hayati bir gereklilik olarak şekillenip gelişen ekoloji mücadelesi yüzyıla damgasını vuracak bir mücadele olarak da gelişecek.
"Küreselleşme" politikası ve küresel sermayenin günümüzde dünyaya dayattığı "vahşi kapitalizm", insanın ve halkın sömürüsünün artık sermayeye yetmediği, sıranın doğanın da sömürüsüne geldiğini gösteren bir manzara yaratmış durumda.
Bu dayatmanın Türkiye'de şekillendirdiği bugünkü iktidar da kendisini doğanın sahibi zannedecek kadar başı dönmüş, doğayı kendi çıkarı için özelleştiren ve "çevre" dediğimiz insanların ortak yaşam alanlarına vahşice bir saldırganlıkla elini uzatacak kadar da gözü dönmüş bir sermaye düzenini temsil ediyor.
Sürekli olarak tekrarlanan krizi, kapitalizmi bugün artık doğayı da bir meta gibi gören, sermayenin çıkarı doğrultusunda doğayı ticarileştirip yaşam kaynaklarını sömüren ve tüm canlıların ortak yaşam alanlarına vahşi bir saldırganlıkla el uzatan “vahşi kapitalizm” aşamasına getirdi.
AKP iktidarının izlediği politikadaki çevreye karşı saldırgan tutumu da sermaye düzeninin günümüzdeki bu “vahşi kapitalizm” anlayışının doğrudan yansıması ve hükümet aracılığıyla hayata dayatılmasıdır.
Bu genel çerçeve içinde, vahşi kapitalizm anlayışına karşı ekoloji mücadelesinin de günümüzde hayati bir mücadele olarak şekillenip geliştiği görülmektedir. Gözü dönmüş sermayenin doğaya karşı hukuk tanımaz saldırganlığına karşı verilen yaşam alanlarını koruma mücadelesi de tamamen meşru ve hukukidir. Çünkü "insanca yaşam hakkı" için verilen bu mücadelenin içeriği sadece "yaşam savunusu"dur.
1. Ege Çevre Kurultayı'nın ardından
Bu nedenle 9 Kasım 2013 tarihinde Turgutlu'da gerçekleştirilen 1. Ege Çevre Kurultayı ve bu kurultay sonrası kamuoyuna açıklanan Sonuç Bildirgesi çok anlamlı. Sonuç Bildirgesi'nde belirtildiği gibi, kurultayda yapılan saptamalar, verilen mesajlar ve alınan kararlar ekoloji mücadelesi için yurt genelinde bir "pusula" işlevi de görebilecek öneme sahip.
Tayyip Erdoğan iktidarını kaybetmek istemiyor ve faşist bir iktidarın yapacağı şeyi yapıp, şiddet uygulayarak isyanı bastırmaya çalışıyor. Bu şiddetin bir başka nedeni de, iktidarı kaybetme korkusu. Böyle bir korku yaşamamaları, bu dalgayı algılayamamaları düşünülemez. Dalganın farkındalar, çünkü tüm olup bitenler tarihinde bu tür isyan ve başkaldırı geleneği hiç olmayan bir ülkede yaşanıyor. Hem de öndersiz ve örgütsüz şekilde… Dolayısıyla spontane patlama diye de adlandırabileceğimiz bu ateş hiç sönmeden 5–6 ay daha devam ederse, iktidar fazla dayanamaz gibi bir kanı da oluşmuş durumda. Çünkü sonrasında zaten seçim süreci var.
Bundan sonraki adım ise, tüm çevre örgütleri ve yaşam savunucularının bu kurultaydan çıkan sonuçlar doğrultusunda mücadelelerini daha da geliştirip yükseltebilmeleri açısından, kurultayda yapılan saptamalar ve alınan kararları bir pusula gibi ele alıp, bu kararların hayata geçirilmesini sağlamak olmalıdır.
Çünkü yaşama geçirilmediği, uygulanmadığı sürece alınan her karar sadece kağıt üzerinde bir değer olarak kalır. Önemli olan karar almak değildir. 3-5 kişi ne zaman bir araya gelse her zaman bir takım kararlar alınabilir. Asıl önemli olan; alınan kararları yaşama geçirebilmek için adım atabilmektir. Toplumsal bir hareketi yönetme iddiası taşıyan kişi veya örgütleri dinamik hale getirecek olan özellik de, toplumsal hareket için sinerji yaratılmasını sağlayacak, dolayısıyla yaşama ivme kazandıracak olay da budur...