Avrupa ve Balkanlarda neler oldu?
2002 yılında Arnavutluk’ta nikel madenciliği için girişimde bulunan European Nickel şirketi, sülfürik asit kullanarak gerçekleştirmek istediği projesinin yarattığı çevre tahribatı nedeniyle Arnavutluk’tan kovulur. Çevre Bakanı bile olmayan bu küçücük ülkede, bu sorun dolayısıyla ilk defa çevre bakanlığı kurulmuştur ve Çevre Bakanı işe girişir girişmez ilk işi bu şirketin çalışmasına son vermek olur.
2004 yılında bu kez Sırbistan’da halk ayaklanır ve bu ayaklanma aynı nikel madenciliğini Sırbistan’da uygulamaya çalışan European Nickel şirketine karşı silah kullanmaya bile yeltenecek boyutlara ulaşır. Bu kez de Sırbistan’da Maliye Bakanı halkın bu tepkisi doğrultusunda böyle bir madenciliğe izin vermez ve söz konusu şirketin tüm izinleri ile çalışma ruhsatını iptal ederek ülkeyi terk etmelerini ister.
Sırbistan’ın Lipovac ve Mokra Gora bölgesinde 2 ayrı nikel yatağının işletme hakkına sahip olan European Nickel şirketinin o dönemki genel müdürü Simon Purkiss’in 2004 yılında yaptığı açıklamaya göre, özellikle Mokra Gora bölgesinde çok zengin ve 200 milyon tonun üzerinde bir nikel rezervi vardır. Purkiss, açıklamasında bu yatağın çok iyi bir jeolojiye sahip olduğu, çok zengin ve çok büyük bir gelecek vaat ettiğini söyleyip, “Çaldağı’ndaki nikel cevherinden çok daha çabuk solüsyona geçtiğini” söylemiştir. Ama buna rağmen, Sırbistan hükümeti tarafından ellerindeki izinler ve çalışma ruhsatları da alınıp kovulmuşlardır.
Nikel bu kadar önemli mi gerçekten? Eğer bu kadar önemli olsaydı, Arnavutluk gibi minicik ve ülke ekonomisinin girdileri de çok sınırlı olan bir ülke, yer altı zenginliklerini değerlendirebilmek adına nikel madenciliği sayesinde ihya olmayı düşünmez miydi? Veya Lipovac ve Mokra Gora’daki toplam 300 milyon ton civarında nikel rezervine sahip ve iç savaştan henüz yeni çıkmış, savaş yaralarını hala sarmakla meşgul olan Sırbistan gibi bir ülke, bu yaraları daha kolay sarabilmek, iç savaşın da harap ettiği ekonomisini düze çıkarabilmek için 300 milyon tona yakın bu nikel rezervini önemli bir fırsat veya zenginlik olarak değerlendirmek istemez miydi? Demek ki 300 milyon tona yakın zengin bir rezerv olmasına rağmen, Avrupa ve Balkanlarda nikele ve nikel madenciliğine karşı bakış belli.
Manzaraya göre nikel hiç de o kadar önemsenmiyor. İkincisi, nikelin bilinen pek çok cevherden 100 kat daha zehirli olduğu biliniyor. Üçüncüsü siyanürden daha tehlikeli ve öldürücü etkisi olduğu bilinen sülfürik asitin bir kimyasal olarak madencilikte kullanılmasına halk da, hükümetler de izin vermiyor…
Aynı madencilik yönteminin Çaldağı’nda uygulanmak istenmesine de bizim halkımız izin vermedi, izin vermiyor. Balkanlar ve Avrupa’dan kovulan European Nickel şirketinin aynı madencilik yöntemini Çaldağı’nda uygulama macerası da halkımızın karşı koyuşu nedeniyle hüsranla sonuçlandı ve 2010 yılında European Nickel şirketi Çaldağı’ndan vaz geçeceğini ve"Çaldağı yerine projelerinin ağırlığını Filipinler’e kaydıracağını" söyleyip, paravan şirketi Sardes şirketini son derece komik denecek bir fiyata bir Türk şirketine satıp tesisleri devretti. Tıklayınız: European Nickel Filipinler'e gideceğini açıkladı
Şimdi aynı projeyi bir Türk firma olarak VTG Madencilik şirketi uygulamak istiyor. Çaldağı’ndaki nikel rezervi 38 milyon ton. Bunun için yaklaşık 20 yıl boyunca, ÇED raporuna göre, 18 milyon ton sülfürik asit kullanılacak. Yaklaşık 2 milyon ağaç katledilerek bir ormanlık alan yok edilecek. Proje kapsamındaki bu kadar büyük miktarda sülfürik asit ihtiyaçlarını karşılayabilmek için de dünyanın en büyük ikinci sülfürik asit fabrikası Çaldağı eteklerine, dünyanın en bereketli ovalarından Manisa ovasının göbeğine kurulacak.
Bilime ve bilim insanlarına göre, Çaldağı’nda uygulanacak bu madenciliğe madencilik bile denilemez, projenin uygulanması ise dünyanın 7 tarım harikasından biri olan Gediz Havzasının sonu anlamına gelir. Ama iktidar partisinin milletvekilleri Selçuk Özdağ, “Bu madenin kefili biziz” diyor, Recai Berber de sivil toplum örgütlerine seslerini çıkarmamalarını telkin ve tavsiye (?) ediyor.
Nikel bu kadar önemli mi gerçekten? Dünyanın cennet bir vadisini gözden çıkarabilecek, onmilyonlarca insanın yaşamını tehlikeye atacak kadar değerli ve son derece gerekli bir cevher olabilir mi nikel? Eğer nikel insanlık için bu kadar elzem ve gerekli olsaydı, büyüklüğü ve nüfusu İstanbul kadar bile olmayan, dünyanın en küçük ülkelerinden Arnavutluk daha 2002 yılında nikel madenciliğine izin verir ve ülke ekonomisinin kalkınması için böyle bir fırsatı kaçırmazdı. Veya sadece Lipovac ve Mokra Gora bölgesinde 300 milyon tonu aşkın nikel rezervi ile iç savaştan harap olmuş ekonomisini düzeltmek ve halka refah sağlamak için Sırbistan nikel madenciliğine izin verirdi.
Peki Çaldağı’ndaki 38 milyon ton nikel ve Gördes’teki 31.3 milyon ton nikel rezervi Sırbistan’ın Mokra Gora bölgesindeki 200 milyon tonun üzerindeki nikel rezervinden daha mı büyük bir miktar, yoksa daha mı değerli? 69 milyonun 200 milyondan daha büyük olmadığını hepimiz biliyoruz. Ama Çaldağı ve Gördes’teki nikel rezervinin Sırbistan’dakinden daha değerli olmadığını da bizzat European Nickel şirketinin o dönemki genel müdürü Simon Purkiss, 18 Kasım 2004 tarihli basın açıklamasında "Mokra Gora yatağındaki cevherin Çaldağı cevherlerinden çok daha çabuk solüsyona geçtiği, yatağın çok büyük gelecek vaad ettiği ve çok iyi bir jeolojiye sahip olduğu" sözleriyle açıklıyor…
Akıl hangi insana böyle bir takas yaptırır?
Çaldağı’ndaki 38 milyon ton nikel rezervi ülke ekonomisine Turgutlu ve Manisa ovasının sağladığı ekonomik gelirden daha zengin bir gelir mi sağlayacak? ÇED raporuna göre Çaldağı’ndaki maden işletmesinin bırakacağı toplam gelir 15 yıl sonunda toplam 1 milyar dolar civarında. O da eğer şirket kar beyan ederse. 15 yıl sonunda sadece bir defaya mahsus olarak maden işletmesinin bırakacağı 1 milyar dolar civarındaki bu gelir, kesintilerden sonra ise sadece 163 milyon dolar olarak kalacak. Oysa Manisa ve yöresinin borsa ve hal verilerine göre sadece bir yılda, sadece tarımdan sağladığı gelir ise 2 milyar doların çok üzerinde. Peki hangi akıl sadece bir defaya mahsus olarak 15 yıl sonunda elde edilecek 163 milyon dolar ile her yıl elde edilen 2 milyar doları birbiri ile takas eder?
Oysa bugün dünyanın her yerinde yaygın bir gelişme olan, nikel madenciliğine ve madencilikte sülfürik
Turgutlu ve yöresinin 2010 yılı hal verilerine göre sadece tarımsal üretimi ise maden işletme süresi olan 15 yıl boyunca 5.1 milyar dolar civarında. 15 yılda madenden elde edilecek 163 milyon dolar için 5.1 milyar dolardan hangi akıl vaz geçmek ister? Hal ve borsa verilerinin ortaya koyduğu bu çarpıcı rakam tablosu akıl ve vicdan sahibi olan herkese bu toprağın üstünün altından ne kadar değerli olduğunu yeterince anlatmıyor mu?
Bu manzarada her şey bu kadar açık seçikken, bu madene kefil olduklarını söyleyenler aslında sadece maden şirketlerinin sözcüsü durumunda veya sermayenin emrinde olmuyorlar mı? Peki başka hangi ülkede bu kadar gözü dönmüş bir sermayenin bu kadar körü körüne emrinde ve esiri haline gelinmiş olunabilir? Cehaletin tek başına iktidar olup da akıl ve bilime karşı savaş açtığı bir iktidar döneminde veya vahşi kapitalizmin artık iyice gözü dönmüş bir kar hırsıyla insan yaşamını hiçe sayacak kadar büyük bir saldırganlıkla insanların ortak yaşam alanlarına gözünü diktiği bir süreçle birlikte olabiliyor.
Filipinler'de neler oluyor ?
Kendi coğrafyamızdan biraz uzaklaşalım şimdi de ve dünyanın diğer uzak ülkelerine de bir göz atalım, bakalım nikel madenciliğinde veya madencilikte sülfürik asit kullanımına ve bizim kıymetini bilmediğimiz şu nikele karşı bu bölgelerde neler oluyor?
Daha çarpıcı bir örnek olması açısından Filipinler’e doğru bir uzanalım. Hani Çaldağı’nın başına bu belayı saran European Nickel Şirketi genel müdürü Rob Gregory’nin “Çaldağı’ndan vazgeçeceklerini” söyleyip, 11 Aralık 2010 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nin de verdiği haberde olduğu gibi “Projemizin ağırlığını buraya kaydıracağız” dediği Filipinler’e bir bakalım.
Peki bu haberden yaklaşık 1 yıl sonra Filipinler’de neler oluyor?
Sonraki yazı: Filipinler'de neler oldu?