Gelelim ülkemize. Türkiye, su zengini bir ülke değil aslında. Yapılan istatistiklere göre, su zengini bir ülke olabilmek için kişi başına 7 bin metreküp su potansiyeline sahip olmak gerekiyor. Ülkemizde ise, kişi başına düşen su miktarı ancak 3.340 metreküp olarak saptanmış. Ve 2050 yılında da Türkiye'nin bu gidişle su fakiri bir ülke olacağı vurgulanıyor.
Olaya bir de bu açıdan baktığımızda, doğal su kaynaklarımızı ne denli çılgınca ve korkunç bir şekilde talan ettiğimiz gerçeğiyle yüzleşmemiz gerekiyor. Bunun için de çok uzağa bakmayın, sadece kendi yaşadığımız çevrenize, bulunduğunuz yerlerde doğal su kaynakarının ne halde olduğu, nasıl tehditlerle karşı karşıya olduğuna bakın.
Irlamaz ırlamıyor, Nif çağlamıyor
Sularının coşkun ve gür aktığı günler hala capcanlı bir biçimde duruyor belleğimde. Ovaya gitmek üzere sabahın erken saatinde yola çıkan arabaların, Irlamaz Çayı'nı geçemeyip de geri döndüklerine kaç kez tanık olmuştum.
— Sakın gitmeyin, Irlamaz yine azmış, derlerdi geri döndüklerinde.
Yoğun yağmurlar sonrası işte böyle geçilmez olurdu Irlamaz ve Nif çayları. Şimdilerdeyse iyice çaptan düştüler ikisi de. Ve ağır ağır da Leylek Çayı'nın akibetine doğru yaklaşıyorlar. Birbirine paralel yataklarıyla kentimizi boydan boya geçip, Gediz'e kavuşan Gediz'in kentimizden geçen en önemli kolları olan bu çaylar da tıpkı Leylek Çayı gibi yok olma tehlikesiyle yüzyüze.
Çocukluğumun o coşkun akarsuyu Irlamaz Çayı'nın özellikle içinde fabrika atıkları yüzmeye başladığından beri keyfi kaçmıştı. Domates, biber, patlıcan ve daha sayılabilecek daha pek çok sebze-meyve atığının akınına uğruyordu önceleri Irlamaz ve Nif çayları. Konserve fabrikalarının hç bir işe yaramayan çürük ürünlerini posa ya da çöp olarak buralara boşaltmasıyla, bir süre sonra bu çay yataklarının çöplük olarak kullanabileceği fikri doğdu insanların kafasında. Giderek bu bakış daha farklı fikirlere de dönüşüp, foseptik kanalı gibi de kullanılmaya başlandı tabii ki. Bu çayların birer atık deposu veya foseptik gibi kullanılması, besledikleri Gediz Nehri'nin de daha da kirletilmesi anlamına geliyor.
Bugün artık sayemizde can çekişme noktasında gelen, tüm Ege'nin en önemli hayat kaynağı olan Gediz Nehri'nin kurtarılabilmesi, onu besleyen kollarının da kirletilmemesi anlayışını içeriyor. Bunun için atılması gereken ilk önemli adım, öncelikle bu çay yataklarının bizim tarafından kirletildiğini kabul etmemiz. Ama bugün hala "biz kesinlikle kirletmiyoruz" diyen böyle yerel yöneticiler oldukça, bu iş biraz zor görünüyor. Oysa bir sorunun varlığını yadsımak yerine, o sorunun varlığını kabul etmek, o zaman sorunun çözümü için atılan ilk önemli adımdır. Aynı zamanda bir sorunun varlığını yadsımak yerine o sorunun varlığını kabul etme dürüstlüğünü göstermek, çözümün zorluğu konusundaki bahanelere de dürüstçe sığınma hakkını doğurur. Bundan sonra da ne gibi önlemler alınabileceği tartışmaları yapılabilir.
1998 yılında Vali Muzaffer Ecemiş ile çevreci bir söyleşi yapmıştım. Konuyu evsel ve fabrika atıklarımızla, çöplerimizle kirlettiğimiz Irlamaz ve Nif çaylarına getirdiğimde, bu çayların durumu için "Utanç verici" deyimini kullanmıştı Vali Ecemiş. Bu sorunun mutlaka çözülmesi gerekliydi. Asıl tutum da belediyelerin tutumuna bağlıydı. Vali Ecemiş'in deyişine göre; Akhisar ve Alaşehir yıllar önce arıtma tesisleri kurarak sorunu önemli ölçüde çözmüştü. Sadece Turgutlu'dan ve Salihli'den hiç bir adım gelmiyordu. "Hiç olmazsa bu çayların kirlenmesinin nasıl önlenebileceği konusunda bir öneri paketi hazırlanıp sunulmalı" demişti Ecemiş.
Bugünse, vurdumduymazlıklar nedeniyle artık iş o hale gelmiş ki, belediyelerin sadece kendi olanaklarıyla buralara arıtma tesisleri kurabilmeleri pek kolay görünmüyor. Çünkü bugün bu arıtma tesislerinin kurulabilmesi için trilyonlar gerekiyor. Bunun için de devlet destekli uzun vadeli kredi çalışmalarının başlatılması gerekli. Ama bunu yapmak isteyen var mı? Bu durumda, bana kalırsa bu çayları dikilen fidanlar kurtarabilecek ancak. Bu çayların ıslah edilerek ağaçlandırma çalışmaları yapılması gerçekten de önemli bir adım olur.
Ama bütün bu yapılan çalışmalar buraları kurtarmaya yetecek mi?
Bu çay yataklarının birer foseptik veya atık deposu gibi kullanmaya devam edilmesi halinde, elbette ki hayır. Bu gerçek bu çay yataklarında çırılçıplak ilkelliğiyle duruyor hala..