Ama bu hedef ve dayanak anlayışı her politik yaklaşıma göre değişiyor.
Kimi yaklaşım; insanı sistemin veya devletin kölesi haline getiriyor.
Kimi yaklaşım da sistemi veya devleti insanın hizmetine sunuyor.
Burada doğru olan, ikinci yaklaşım elbette.
Çünkü, herşeyin başı insan...
Politika da, bu oluşumun gerçekleştirilmesi yönündeki araçlardan biri olarak düşünülürse, ülkedeki siyasetin kalitesini ya da bazı siyasi çevrelerin izledikleri politik çizginin neye hizmet ettiğini sorgulamak gerekir.
Türkiye’de siyasetin insan olgusuna dayalı olarak değil, soyut bazı kavramlara dayalı, halkçı değil devletçi bir düzlem üzerinde, sınıfsal değil cemaat ve zümrelere yönelik olarak yürütüldüğünü iddia ediyorum. Böyle olunca da, kitleler kendilerini sorunlarının çözüme götürecek hedef diye kendilerine sunulan sloganların, soyut bazı kavramların ve sadece birer sembol olmaktan öte anlam taşımayan söylemlerin peşinden koşuyor. Karşılaşılan ise; sorunların çözümü yerine, bir kilitlenme ve tıkanma noktası... Yaşanan ise; sadece bir kısır döngü... Darbeler, anti-demokratik seçim yasaları, politika adına yapılan popülist atılımlar, oy kapmak için iktidarların kömürden tutun da gıda yardımına kadar aklına gelen her türlü seçim yatırımını yapıp, seçmene rüşvet vermesi vs. ise ayrı bir sorun...
“İnsan” olgusundan iyice kopan siyaset, varlığını bir de anti-demokratik yasalarla sürdürmeye yönelince, kendisini bile yutan bu girdap içinde adeta boğulma tehlikesiyle yüzyüze geldi. Bu ucube siyaset anlayışı içinde, insan olgusu artık politikacı için sadece bir oy makinesi haline dönüştü. İnsan olgusunu unutan, halkçı çizgiden uzaklaşan ya da kopan, sonuçta siyaseti de tıkanma noktasına getiren bu anlayış, günümüzdeki kirlenmeyi de beraberinde getirdi...
Ama kalitesiz ve seviyesiz bu siyaset, bu ülkenin kaderi değil. “Temiz toplum, temiz siyaset” söylemlerinin yeniden doruğa yükseldiği bugünlerde, siyasetin bu ülkede yeniden keşfedilmesi gerektiğine inanıyorum.
Bunun için bugünkü iktidara düşen ilk görevlerden biri, öncelikle “dokunulmazlıkların kaldırılması”. İktidarın bu konudaki direnişinden vaz geçip, vatandaşın karşısına gerçekten de “ak” olmuş bir halde çıkmayı, iktidar olduğu halde yargıdan kaçabilmenin formüllerini arama yerine, yolsuzluklarla mücadelede önce çuvaldızı kendine batırma örneği ve cesaretini gösterebilmesidir. İktidara düşen bir diğer görev de, artık her iktidarın yaptığı gibi, aslında seçim yatırımı diye tanımlanan, ama seçmenin oyu için verilen bir rüşvet olan bulgur, makarna, her türlü kuru bakliyat, şeker, yağ, kömür vs. yardımlarını dürüstçe açıklayabilmektir.
Çünkü kendilerine düşen davranış, insanlara yaptıkları bulgur, makarna, kömür yardımlarıyla kendilerine propaganda payı çıkarmak değil, kendi insanını devletin dilencisi konumuna getirecek kadar yoksulluğa ve açlığa mahkum ettiklerinden dolayı bir utanç payı çıkarmak olmalıdır.
Öte yandan, tüm siyasetçilere düşen görev ise, siyaseti ve politik söylemleri artık bir takım soyut kavramların ve sembollerin dışına çıkarıp, insan odaklı hale getirmek olmalı. Çünkü bugün için, vatandaşı sadece bir oy makinesi, toplumu da oy deposu gibi gören bugünkü siyaset anlayışı, kitleleri kendine çekebilmek için bazı soyut kavramları abartıp şişirerek tehlikeli birer doktrin haline dönüştürmüş durumda.
Örneğin, bu ülkede siyaset, 50 yıldır “Kuran-Ezan-Bayrak” söylemine sıkıştırılmış bir halde yürütülüyor. Peki ya insan nerede? İnsan unutulmuş. İnsan, sadece bu söylemlerin bir kölesi ve kulu halinde görülmeye başlanmış. Oysa, tüm kutsal değerler, sadece insanın gerçekten insanca, insan onuruna yakışır bir şekilde yaşayabilmesi için vardır. Tıpkı, siyasetin de insana hizmet için bir araç olması gibi.
Aslolan insandır.
Somut olan insanın kendisidir.
Çünkü, insan bir varlıktır.
Doğadaki en değerli varlık hem de...
Yazının sonunda ise Frederich Nietzsche'nin şu sözlerine yer vermek istedim:
"Cahil bir toplum özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi hiç bir özgürce seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen birine hangi kitabı okuyacağını sormak gibi birşeydir. Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğni çalan zalim ve madrabazlardır..."