İnsanlığın bugün hangi kültürle kuşatılmaya çalışıldığı, ne tür bir kültürün etkisi ve dayatmasıyla karşı karşıya kaldığı ya da nasıl bir kültürle çatışmak zorunda olduğu konusu da hiç de yabana atılmayacak konuların başında geliyor.
Vahşi kapitalizme dayanan sermaye düzeni ve onun uluslararası düzeydeki yayılmacılığını yapan emperyalizmin çabalarıyla yürütülen, ulusal kültürlerdeki yozlaşmayı başarabilmek için topluma enjekte etmeye çalışılan bir açgözlü rekabete, toplumu kendi istedikleri bir çatışmaya çekmelerine hizmet edecek türden bir kültürle karşı karşıyayız…
Buna en kısa tanımla, değer yargısı olarak “daha ve en kültürü” diyebiliriz. Bencillik ve egoizmi, bireyciliği körükleyen bir kültür:
- En büyük benim!
- En güçlü benim!
- En birinci benim!
- En akıllı benim! Daha akıllı yok!
- En zengin (en büyük) ben olmalıyım!
- Hep ben haklıyım, başkası olamaz!
- Hep daha fazla, hep daha fazla kazanmalı ve herkesi geçmeliyim!
- Kullandığım araba en çok tutulandır!
- Biz adamı böyle yaparız!
- En çok şeye biz sahibiz!
Böyle bir mantık ve kültürle çatışıp rekabet edebilir misiniz?
Kendisinden başka herkesi küçük gören ve aşağılayan, herkesi ve her şeyi bir nesne ya da alınıp-satılabilen bir meta değerine indirgeyen kapitalist burjuva kültürün, bu değerleri tüm yeryüzüne yayıp insanlığa empoze etmeye çalışması da başlı başına bir değerler çatışması yaratmıyor mu?
İşte dün (2 Haziran 2008) intihar eden ve memleketimizde “Banker Kastelli” olarak ün yapanAbidin Cevher Özden de, bu kültürün bir sembolüydü. Ya da bir başka deyişle, Türkiye’ye“köşe dönücülük” felsefesini getiren “Özal dönemi”nin bir sembolu. Onun yükselişi de çöküşü de, topluma dayatılmak istenen bir felsefenin ve bir değer yargısının kader çizgisidir.
Özal döneminde, o büyük yükselişinin ardından gelen çöküşü atlatabilmişti. O zamanki çöküşü, tüm dünyayı etkisi altına alan hatta sosyalist ülkelerde zincirleme olarak peşpeşe gelen 1990’lardaki o büyük ekonomik krizin de habercisi oldu. İflasından Özal ekonomisini sorumlu tutmuş, topluma dayatılmak istenen felsefenin de aslında yalan ve aldatmaya dayalı bir göz boyamadan ibaret olduğunu kanıtlamıştı. Bu nedenle de bir semboldü Banker Kastelli.
Özal döneminde ekilen tohumların iyice yeşerip, toplumu iyiden iyiye kuşattığı bugünkü Türkiye manzarasında, bu kezki çöküşü daha farklı bir anlam taşıyor.
Sadaka kültürüyle yaşatılmak istenen bir toplumda, Özal döneminin sembolü eğer intihar ediyorsa, bu hazin ve dramatik son, bu kez daha büyük bir başka ve yeni bir krizin habercisi olarak da algılanabilir.
Ama aynı zamanda, topluma dayatılmaya çalışılan o çarpık felsefe ve kültürün, insanları ve toplumları nasıl bir drama sürüklediğinin de bir örneği…