Kuzgun ve ilk insanlar (Haida efsanesi)
Çok uzun zaman dünyayı kaplayan sular sonunda çekilmiş, Naikun'un kuzeyindeki ince kumlu hat bile kurumuştu. Kuzgun da çekilen sulardan arta kalan lezzetli yiyecekleri bulmak için oraya uçmuştu. Bu yüzden de, nasıl olduysa karnı aç değildi. Ama her işe karışmak ve her şeyi değiştirmek, dünyaya ve üzerindeki yaratıklara oyunlar oynamak için duyduğu açlık henüz geçmemişti.
Yaşlı adamdan ışığı daha yeni çalmıştı kuzgun. Yaşlı adam, karanlığın ortasındaki evinin içindeki bir kutuda saklıyordu ışığı. Kuzgun, ondan ışığı çaldıktan sonra gökyüzüne dağıtmış, ışık geceyi yararak parlak bir güne dönüşmüştü. Şimdi o ışığın altında sessiz ve terk edilmiş duran uzun kumsal, Kuzgun için son derece sıkıcı görünüyordu. Kuzgun, parlak başı dik, keskin gözleri ve kulakları olağandışı bir şeyler görmek ya da duymak için dikkat kesilmiş, kumsalda yürüyordu.
Canı sıkılınca, tekrar havalanarak bomboş gökyüzüne haykırdı ve sevinçle, ona cevap veren bir çığlık duydu. Tabii onun yüksekliğinde, bu çığlık ancak belli belirsiz, hafif bir ötme sesini andırıyordu. Önce hiçbir şey göremedi ama tekrar bakınca beyaz bir parlaklık dikkatini çekti. Ve işte orada, tam ayaklarının dibinde, yarısı kuma gömülü duran dev gibi bir midye duruyordu. Daha yakından bakınca, midyenin, onun heybetli gölgesinden korkarak birbirlerine sokulan küçük yaratıklarla dolu olduğunu gördü.
İşte günün monotonluğunu kıracak bir şey diye düşündü kuzgun. Ama aptal şeyler midyenin içinde kaldığı sürece pek de eğlenceli değildi. Üstelik bu korkmuş halleriyle kolay kolay dışarı çıkacak gibi de görünmüyorlardı. Bu yüzden kuzgun kocaman kafasını midyeye biraz daha yaklaştırdı ve varolduğundan beri başını hep belaya sokan, ama aynı zamanda da onu hep beladan kurtaran kıvrak diliyle, küçük yaratıkların dışarı çıkmaları ve onun yeni, mükemmel, parlak dünyasında oynamaları için dil dökmeye, onları tatlı diliyle kandırmaya ve ikna etmeye başladı.
Bildiğiniz gibi kuzgun iki sesle konuşur. Biri keskin ve tizdir; diğeri ise, aynı şimdi konuştuğu gibi, bir şarkıya benzeyen, çekici, kesinlikle dünyanın en güzel seslerinden biridir. İşte bu nedenle küçük midye sakinleri çok geçmeden birbiri ardına dışarı çıkmaya başladı. Bazıları denizin ve gökyüzünün büyüklüğünü ve kuzgunun simsiyah rengini görünce korkarak hemen midyelerine geri çekildi. Ama sonunda merak, tedbiri yendi ve hepsi dışarı çıktı. Çok meraklı yaratıklardı bunlar: kuzgun gibi iki bacaklıydılar, ama bütün benzerlik bundan ibaretti. Parlak tüyleri, sivri gagaları değil, yuvarlak kafalarındaki saç dışında tüysüz, soluk tenleri vardı; güçlü kanatlar yerine, ince, sopaya benzeyen ve sürekli kıpırdayan uzantıları vardı - bunlar, ilk Haidalar, ilk insanlardı.
Kuzgun bir süre yeni oyuncaklarıyla oyalandı, onların birden genişleyen dünyalarını araştırmalarını, bazen birbirlerine yeni keşiflerini öğretmelerini, kumsalda buldukları yeni bir şeyi göstermelerini izledi. Onlara, çabucak öğrendikleri yeni numaralar öğretti.
Ama kuzgunun ilgisi çok çabuk dağılırdı. Küçük arkadaşlarının garip davranışlarına rağmen bir süre sonra gene canı sıkıldı. Üstelik, hepsinin de erkek olduğunu fark etmişti. Ne kadar dikkatli baktıysa da, Haidalar'la oyununu daha da ilginçleştirecek olan dişileri göremedi.
Birden, kuzgunun aklına bir şey geldi ve hiç vakit kaybetmeden planını uygulamaya girişti. Küçük yaratıkları sırtına alıp kumsalın başka bir köşesine uçtu. Orada, ancak onun gibi usta bir büyücünün yapabileceği bir şey yaptı ve küçük yaratıkların, kayalara yapışan deniz canlılarının içine tohumlarını bırakmalarını sağladı.
Küçük adamlara ne oldu kimse bilmiyor. Midyelerine geri dönebildiler mi, başka bir yerde mi yaşamaya devam ettiler, yoksa kendilerini buldukları garip çevrede yok mu oldular kimse hatırlamıyor, ve kimsenin de umrunda değil. Onlar, görevlerini tamamladılar ve kendi yollarına gittiler.
Bu arada, sular yükselip alçaldı, güçlü fırtınalar yerini yumuşak yağmurlara bıraktı ve baharın ılık ışıkları yeryüzünü ısıttı. Küçük adamların kayalarda bıraktığı tohumlar büyüdü, büyüdü, ve sonunda kahverengi tenli, siyah saçlı insanlar ortaya çıktı. Hem de bu kez hem erkekler, hem de kadınlar vardı. Kuzgun artık hala devam etmekte olan büyük oyununa başlayabilirdi.
Utangaç midye sakinleri değil, fırtınalı Kuzey Pasifik'in gücüne meydan okuyacak ve onunla zengin bir yaşam geliştirecek, deniz ile kara arasında doğan, vahşi kıyıların çocukları... Torunları, bu kıyılarda Haidalar'ın güçlü ve güzel evlerini inşa edecek, onları büyük ailelerinin, kadın erkek bütün kahramanlarının, dünyalarını ve kaderlerini şekillendiren tüm hayvanların ve canavarların efsanevi başlangıçlarını anlatan heybetli ağaç oymalarıyla süsleyecekti. Kuşaklar ve kuşaklar boyunca büyüdüler, geliştiler, yaptılar ve yarattılar, savaştılar ve yıktılar, değişen mevsimlere ve zengin, karmaşık yaşamlarının değişmez törenlerine göre yaşadılar.
Artık neredeyse her şey bitti. Köylerin çoğu terk edilmiş harabeler halinde. Geride kalan insanlar değişti. Deniz, eski zenginliğini kaybetti ve toprağın büyük bölümü can çekişiyor. Belki de kuzgunun, ya da bir başkasının, yeniden başlamak için bir yol bulma zamanı geldi.
Bir başka efsane için tıklayınız: » Büyükbaba Peyote efsanesi