İngiliz şirketinin Turgutlu’daki “madencilik oyunu”, giderek bir komediye de dönüşüyor.
Geçen hafta bir yerel gazetedeki haberde “vatandaşlar tarafından şirketin açılıp faaliyete geçmesi için 15 bin imza toplandığı” yazıyordu. Bir de, “ağaç kesilmesine ve maden şirketine karşı çıkan tuzu kuru insanların aç insanların halinden anlayamayacağı” gibi suçlayıcı bir ifade yer alıyordu haberde.
Düşünebiliyor musunuz, Çevre Bakanı’nın ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın kendilerinin değil, mahkeme tarafından ruhsat verildiğini söylediği şirket bu hem de. Ama komiktir, vatandaştan imza toplanıyor (!)
O zaman Çevre Bakanı’nın da, Bülent Arınç’ın da söyledikleri doğruyu yansıtmıyor demek ki! Kaldı ki, ÇED davası ile ilgili mahkemenin henüz sonuçlanmadığını ve Turgutlu’da vatandaşların maden şirketi konusunda aldatılarak bir “oldu-bitti”ye getirilmek istendiğini biz zaten biliyoruz.
Bildiğimiz bazı şeyler daha var.
Bu yüzden düzenlenen bu imza kampanyasıyla maden şirketi hakkındaki şüphelerimiz doğru çıkıyor zaten. "Evet, kovuldunuz!" başlığıyla yer alan geçen yazımda belirttiğim gibi, uyguladığı projeyle yarattığı çevre sorunları dolayısıyla bulunduğu ülkelerden kovulan İngiliz şirketinin, şansını denemek için neden Türkiye’yi seçtiğini de biz zaten biliyorduk. Ama Türkiye’nin de, Turgutlu halkının da bir kobay olmadığını da biliyoruz.
Çevreye verdiği zararlar nedeniyle sülfürik asit liç yöntemiyle çalışmasına izin verilmeyen ve bulunduğu ülkelerden kovulan İngiliz şirketi, bu işin Türkiye’de daha kolay olacağını düşünüp şansını ülkemizde denemeye karar verirken, kendileri için burayı cazip gösteren faktörlerden biri,halkımızın ne kadar yoksulluk ve sefalete mahkûm edildiğini gösteren manzarasıydı.
Bir başka manzara da, Türkiye’nin bir “yolsuzluklar cenneti” halinde olması. Cumhurbaşkanlığı makamında oturanların bile “sahtecilikten yargılanması”nın tartışıldığı bir yer halinde Türkiye.Bu nedenle de, vatandaşın içinde yaşadığı çaresizliği bizden daha iyi anlayan olabilir mi?
Bizler, kendi insanımızı bu İngiliz şirketi temsilcilerinden daha iyi tanıdığımız için, yoksulluğun da, açlığın da ne demek olduğunu çok iyi biliriz. Tabii ki, çaresizliğin ne demek olduğunu da. Bu nedenle de maden şirketinin halkımızın bu çaresizliğine bir “umut” diye sarılıp, onların çaresizliğini kullanmaya çalıştıklarını da biliyoruz.
Vatandaşımız o kadar çaresiz halde ki, hem de dünyanın hiçbir ülkesinde izin verilmeyen böyle bir projeye bile destek verecek kadar. Hatta, şirketin iş ve aş vaadine kanıp da evde karnını doyurabileceğini düşündüğü çocuğunun geleceğini de, doğanın ona sunduğu hayatı da attığı imzayla aslında nasıl kararttığını düşünemeyecek kadar çaresiz halde olduklarını da biliyoruz.
Bildiğimiz bir şey daha var.
Bu projeye imza atanların, Bergama’da yıllardır siyanürle altın aranmasına karşı direnen ve adeta efsane haline gelen direnişleriyle ülkemizde çevre bilincinin gelişmesine katkı sunan Bergama köylülerinin hiç birinin de “tuzu kuru insanlar” olmadığını akıllarına getiremeyecek kadar çaresiz olduklarını da biliyoruz. Tıpkı Uşak Kışladağ’daki köylülerin de tuzu kuru insanlar olmadığını bildiğimiz gibi.
Biz kendi insanımızı, İngiliz şirketi temsilcilerinden daha iyi biliriz. Bu yüzden, İngiliz şirketinin, aç ve yoksul insanımızın sadece çaresizliklerini kullanıp, iş ve aş vaadiyle onların “sadece çaresizliklerini” satın alabileceğini biliyoruz.
Biz kendi insanımızı, bir çevre felaketi yaratacak projeyi uygulamak isteyen bu İngiliz şirketinden nemalanmak uğruna vatandaşları kandırma ve aklını çelme çabasında olan şirket temsilcilerinden daha iyi biliyoruz. Bu nedenle bildiğimiz bir şey daha var:
Bizim insanımız ne kadar çaresiz de olsa, sağduyunun kulaklarına fısıldadıklarını duyduğu anda, insan onuruna yaraşır bir tavır takınıp, attığı imza karşılığında kendisinin de satın alınmasına izin vermeyeceğini ve gerektiği anda bu karakterini göstereceğini de gayet iyi biliyoruz. Çünkü biz, kendi insanımızın nasıl bir karaktere sahip olduğunu bu İngiliz şirketinden nemalanmaya çalışan şirket temsilcilerinden daha iyi biliriz...