yakamoz
Sivas, bir iç kanamadır-A. Yavaşlı
|
|||
|
|
|||
Stefan Zweig'in en sevdiğim kitabının adı, "Yıldızın Parladığı Anlar" adını taşır. "Amok Koşucusu" ile "Satranç" ondan aşağı kalır mı? Bilmem. Ama "Yıldızın Parladığı Anlar", anlattıklarının yanı sıra, üslubu ile, kurgusuyla beni uzun süre etkisine alan kitapların başında gelir. Gerçekten de, imparatorluklar, krallıklar gibi insanların da yıldızının parladığı uzun ya da çok kısa süren belirli bir zaman parçacıkları vardır. O zaman parçacıklarında insanlar, hayatlarının hemen bütün "en"lerini yaşarlar: En mutlu oldukları dönemdir o zaman aralığı, belki aynı zamanda en mutsuz, en hüzünlü, en zengin, en yoksul, en başarılı, en düşkün, en şu, en bu... Belki tıpkı imparatorluklar, krallıklar ve diğer iktidar biçimlerinde olduğu gibi insanların da "yıldızının söndüğü anlar" vardır. Çirkinliklerin, yanlışların, kötülüklerin el ele verip hep birlikte insanın üstüne çullandığı, oradan oraya savurduğu anlar, o lanet zaman parçacıkları... 1993 yılı, yani Cumhuriyet'in 70. Yılı Türkiye için yıldızının sönmeye, belki de söndürülmeye başladığı yıldır, ya da yıllardan biridir. O yılın Ocak ayında Uğur Mumcu'yu yitirdik. Temmuz başında ise Sivas ellerinde 37 güzel insanımızı... Bu toprağın en güzel çiçeklerini, en içli seslerini, sazını, sözünü, semahını... Oradaydım, Madımak Oteli'ndeydim. Öldüm, yaralandım, incindim, kırıldım... Beni öldüren, dünya çapında emperyalizmin yurdumuzun içinde işbirliği yaptığı, kullandığı (evet, kullandığı! Çünkü onlar kullanılır, zavallılar da kullanılırlar.), tarih boyunca her zaman müttefiki olduğu gericilerdi. Beni, seni, onu yaralayanlar, kapitalist ağababalar daha çok sömürsünler, kazançlarına daha çok dolar eklesinler diye ülke içindeki vandallarla çıkarlarını uzlaştırmış emperyalistlerdir. Bu toprakların has evlatlarını inciten, kıran, görünüşte her ne kadar ağzı salyalı barbarlarsa da, arkalarında bütün ilişkileriyle emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri vardır. Peki, bütün bu gerçekler şimdilik şurda dursun, fakat geçen zaman içinde gelinen yer neresidir ve nedendir? 1993'te Sivas'ı yaşamış (yoksa ölmüş mü deseydim?) bir coğrafyada dokuz yıl sonra İslamcı faşistlerin iktidar olmasını nasıl açıklayacağız? Yani bu toplum bir tek Sivas'la yetinmemiş, daha fazlasını mı istemiştir? Sivas, Türkiye'nin intihar girişimlerinden biridir ve o girişimin iç kanaması hala sürmektedir. Nitekim, Danıştay'a yapılan saldırı bunun en güncel kanıtıdır. Neden? Çünkü Türkiye, emperyalizmle arasındaki hesabını tam olarak kapamamıştır. Kesin hesap görmemiştir. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın arkasından başlatılan devrimci girişimler, Mustafa Kemal'in ölümünden sonra işbaşına gelen 'iktidarlar'ca tersine çevrilmeye çalışılmış, bunda da epeyce yl alınmıştır. Yalnız Sivas değil, Maraş, Çorum, Van... Bütün 'sorun'ların çözümü, emperyalizmle cepheden mücadele etmek, özgürlük ve bağımsızlığı karakter edinerek hesaplaşmaktır. Bu hesaplaşmadan kaçındıkça, Sivas'lara yeni Sivas'lar eklenecek, Türkiye ortaçağın kahpe karanlıklarında emperyalizmin oyuncağı haline getirilecektir. 1920'ler, Türkiye'nin devrimci atılımları sayesinde yıldızının parladığı yıllardı. Çünkü emperyalistlere karşı ilk ulusal kurtuluş savaşını başlatmış ve kazanmıştı. Bugünse, iktidar sahipleri AB ve ABD üzerinden ülkeyi emperyalistlere pazarlamaktadırlar. Kullanılmaktadırlar. İşte olup biten bu!... 2 Temmuz 2006 |
||||
|
|
|
|