yakamoz
A. Yavaşlı-Yusuf Atılgan
|
|||
|
|
|||
Az sayıda yapıt vermesine karşın edebiyatımızda önemli bir yere sahip olan Yusuf Atılgan, bundan yirmi yıl önce, 9 Ekim 1989’da aramızdan ayrıldı. Atılgan, 1921 Manisa doğumluydu. Askeri öğrenci olarak devam ettiği İÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Askeri Lise’de bir yıl edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra yaşamının otuz yılını (1946-1976) geçireceği Manisa’nın Hacırahmanlı köyüne yerleşti. Orada çiftçilikle uğraştı. İstanbul’a geçince bazı yayınevlerinde danışmanlık, çevirmenlik ve redaktörlük yaptı. Yusuf Atılgan’ın en çok bilinen yapıtı, hiç kuşkusuz Anayurt Oteli’dir. Bu roman, 1987’de aynı adla sinemaya da aktarıldı. Anayurt Oteli’nin kahramanı, Zebercet adında bir otel kâtibidir. Sıradan ilişkiler içinde yitip gitmiş, hemen her günü birbirinin aynı olan bu “tip”, gecikmeli bir Ankara treniyle gelip otelde yalnızca bir gece kalan bir kadının yaşamına girmesiyle bütün özdenetimini yitirir. Zebercet’in aniden ruhsal patlamalar yaşamasında, takıntılarının ortaya çıkmasında o bir gecelik konuk kadının hiçbir günahı yoktur. Gelgelelim Zebercet, Manisa’nın serin gölgelikli sokaklarında savrulmaya, doyurulmamış yüzüyle karşılaşmaya başlar. Artık ip kopmuştur. Zebercet’in içindeki yanardağ birden patlamış, önüne geleni yıkıp yakmaya başlamıştır. Kendini bir hiç olarak görmektedir o. Tıpkı Kafka’nın hamamböceği gibidir; sağ veya ölü bile değildir. Aylak Adam, Yusuf Atılgan’ın insan ruhunun ne kadar derinlerine inebileceğinin kanıtlandığı bir roman gibidir. 1957-58’de Yunus Nadi Roman Armağanı’nı da alan bu romanında Atılgan, anlaşılması zor bir karakterin zaman zaman başkaldıran, zaman zamansa çevresinde olup bitenlere garip bir biçimde duyarsız kalışının kent ortamında geçen hikâyesini anlatıyor. Canistan, Atılgan’ın tamamlayamadan aramızdan ayrıldığı son romanıdır. Bu romanında, Milli Mücadele yıllarında gelişip trajik bir biçimde sonlanan, düşündürücü bir aşk hikâyesi anlatılır. İkinci Meşrutiyet yıllarında bir çiftlikte yanaşma olarak çalışan Selim’in, Manisa köylerinde geçen sürükleyici yaşamı, savaş yıllarının tozu dumanı içinde yitişi, ordan oraya savruluşu başarılı bir biçimde aktarılır. Yazar, romanının “Sanık” bölümünü yazmadan aramızdan ayrılmıştı ancak, gene de Canistan’a “yarım kalmış” demek doğru olmaz. Atılgan’ın “tip”leri, yaşamın karmaşası karşısında ya çok duyarsız, ya da fazlasıyla alıngan, bunun için de yalnızlığı, bunaltıyı adeta seçmiş insanlardır. Kendilerini kesinlikle özgür hissetmeyen bu insanlar, kuşatılmışlıklarını bir biçimde delip öteye geçmek için akla hayale gelmedik fanteziler kurar, daha sonra da kurdukları fantezilerin yarattığı kara deliklerde yutulup giderler. Çatışkıları, yakalarını bir türlü bırakmaz. * * * Yusuf Atılgan, 1921 Manisa doğumludur. Yaşamının uzun yıllarını (1946-1976) Manisa yakınlarındaki Hacırahmanlı köyünde geçirmiş, çiftçilikle uğraşmıştır. İstanbul’a geldikten sonra çeşitli yayınevlerinde danışmanlık, çevirmenlik ve redaktörlük yapmıştır. Atılgan, 1957-58 Yunus Nadi Roman Armağanı’nda Aylak Adam adlı romanıyla ikincilik ödülü aldı. Bu romanında Atılgan, gerçekten anlaşılması çok zor bir karakterin zaman zaman başkaldıran, zaman zamansa bütün şu olan bitene katlanıyormuş izlenimini veren aylak zamanlarını ustalıkla anlatıyor. Yusuf Atılgan, gerçekten de insan ruhunun derinliklerine inmede, ele aldığı kişilerin güçlü ve zayıf yanlarını göz önüne sermede çok usta bir yazar. Roman ya da hikâye kahramanları ister kentli olsun ister kasabalı ya da köylü; Atılgan’ın kaleminde unutulmaz birer “tip”e dönüşüyorlar. Yaşamın karmaşası karşısında durdukları yer, aldıkları tavır ve gösterdikleri davranışlar, birer görüngü olup çıkıyor. Akıp giden her günün bir önceki günden hiçbir farkı yokken, gecenin bir yarısında gelen Ankara treninden bir kadın iner ve Anayurt Oteli’nde yalnızca bir gece kalır. Fakat o bir gecelik konukluk, otel kâtibi Zebercet’in bütün yaşamını alt üst eder. Zebercet’in yalnızlığı, patlamaya hazır bir hale gelmiş, için için kaynayan kocaman bir yanardağdır. Otelde yalnızca bir gece kalıp sabahın en erken treniyle çekip giden kadın, Zebercet’in yalnızlığını parçalar. Zebercet, artık tanınmaz biri olup çıkmıştır. Bütün takıntıları depreşmiş, davranışlarını denetleyemez olmuş, adeta çıldırmıştır. Manisa çarşılarının serin aydınlığı içinden geçip giderken sanki birden F. Kafka’nın hamamböceğine dönüşür. O, artık bir “hiç”tir. Canistan adlı romanında ise Milli Mücadele yıllarında Manisa köylerinde yaşanan trajik bir dostluk ve aşktır anlatılan. Atılgan bu romanında değişken insan hallerini modern anlatımın bütün olanaklarını kullanarak, okuru sık sık şaşırtarak gözler önüne seriyor. Fakat belki bundan da daha önemlisi, Atılgan bu son romanında yöre insanını ne kadar yakından tanıdığını, onlarla ne kadar iç içe yaşadığını da gösteriyor. Yusuf Atılgan geride yazık ki çok yapıt bırakmadı. Az yazan, fakat yazdıklarıyla edebiyatımızın önünü açan, farklı anlatım olanakları yaratan biriydi. Yüzde yüz bizden olan insanların sorunlarına, duyarlıklarına el attı. Kentli, kasabalı ya da köylü olsun; bu insanları yakından tanıdığı için onları gündelik yaşamlarının bütün ayrıntılarına kadar izledi. Hayranlık uyandıracak bir ustalıkla kullandığı dili, ilgi çeken farklı bir söz dizimi, çarpıcı kurguları ile edebiyatımızın diğer öncüleri arasında yerini aldı. Kendisi de Manisa doğumlu olan bu satırların yazarı, yıllardır Yusuf Atılgan adına neden bir roman/hikâye yarışması düzenlenmez, bir türlü bilmez. |
||||
Eylül 2009 | ||||
|
|
|
|