Bir olayı, bir kişiyi veya bir yeri betimlemede, insanın dile getirebildiği en yüksek yüceltme şekli efsaneleştirmektir. Efsaneleştirmek; bir anlamda o şeye tanrısal bir değer katmak anlamına da gelmektedir.
Efsaneler, tarih öncesi çağlara dayanan öykülerdir. Tarih öncesi çağlarda, efsanelerin kahramanları ya tanrı ya da tanrı soyundan gelme kişiler olarak görülür ya da gösterilirken, doğa da tanrılık niteliğinde kişileştirilirdi.
Efsaneler, tarih öncesi çağlara dayanan öykülerdir. Tarih öncesi çağlarda, efsanelerin kahramanları ya tanrı ya da tanrı soyundan gelme kişiler olarak görülür ya da gösterilirken, doğa da tanrılık niteliğinde kişileştirilirdi.
Farsça kökenli olan “efsane” ya da “fesane”; halkın gözünde veya nakledenin hayal gücünde biçim değiştirerek olağanüstü niteliklerle donatılan hikâye anlamındadır. Efsane kelimesi, daha yaygın olarak ise edebiyatta; “az çok gerçek olan, gerçeğe dayanan geçmişteki bir olayın her türden olağanüstü (veya doğaüstü) anlatılışı” için kullanılır…
Eski Yunancada, günümüzdeki anlamıyla mitolojiye köken olan “mythos” (mit) sözcüğü; masal, öykü, efsane karşılığında kullanılırdı ki, bu aynı zamanda da “gerçek olmayan” anlamındadır. Efsaneler veya mitler, doğa ve toplum olaylarının antik çağa özgü birer açıklanış biçimidir. Aynı zamanda bu olaylar karşısında antik çağ insanının davranışını da belirtir.
Felsefenin ortaya çıkısı öncesinde, insanların dünya görüşü daha çok bu eksen (efsane, destan, mitoloji vs.) etrafında gelişmişti. Felsefe ise, düşüncenin kişileştirerek kavradığı varlığı kavramlaştırmıştır. Bu nedenle; felsefin devreye girmesi ve bilimsel düşüncenin başlamasıyla birlikte mitler, efsaneler ve destanlar da ortadan kalkmıştır…
Ama yine de ne olursa olsun, efsanelerin de zamanın akışı içinde insanoğlunun ihtiyaç duyması nedeniyle ortaya çıktığını düşünmek gerekir. Uygarlık tarihi boyunca insanoğu nasıl masallar üretmiş, destanlar yaratıp yazmışsa, bu süreçte efsanelere de gerek duymuş demektir. Masalsız yapamayan, ama kahramanlık destanları da yaratan insanoğlu, yaşamda efsanesiz de kalmak istememiş.
İnsanlar yaşamları boyunca hep hayallerinin ve umutlarının peşinden koşarlar. Bu hayaller ve umutlar için bazen bazı süslere ve renklere de gereksinim duyulur. Nasıl masallara ve destanlara gereksinim duyulmuşsa, bu nedenle efsanelere de gereksinim duyulmuş ki, uygarlık tarihi boyunca insaoğlu hemen her konuda, dünyanın hemen her yerinde, tarih boyunca yer almış hemen her uygarlıkta efsaneler de üretmiş. Bu masallar, destanlar ve efsaneler kimi zaman insanoğlu için ilham kaynağı da olmuş. Masallarla hayal gücünü, destanlarla cesaretini ve efsanelerle de ilham kaynağını geliştiren insanoğlu, bir bakıma geliştirdiği bu donanımı sayesinde uygarlık tarihini de geliştirmiş, kimi zaman tarihin akışına da yön verebilmiş.
İlk çağlarda mağaralarda yaşayan insanoğlu, iki ayağı üzerinde doğrulup mağaradan çıkarak başlattığı o yürüyüşünü bugüne kadar sürdürüyor. Bu yürüyüşün güzergahı ise uygarlık tarihini gösteriyor. Ancak iki ayağı üzerinde doğrularak mağaradan çıkıp başlattığı o yürüyüşünü bugün uzaya kadar götürebildi insanoğlu. İlk çağlarda mağarada yaşayan insanoğlunun bugünkü kuşakları artık uzay mekiğinde de yaşıyor. Ortaçağda başlattığı coğrafi keşiflerini artık insanoğlu uzayın derinliklerine kadar taşıyarak sürdürüyor. Bu nedenle uygarlık tarihini geliştiren, tarihe yön veren insanoğlu nasıl masallar yazmış, destanlar yaratmış ise, bu hayatın akışı içinde demek ki efsanelere de gerek duymuştur.
İlk etapta anlamlı olan bazı efsaneleri derleyerek paylaşıma açacağım. Zaman içinde diğer bazı önemli efsaneleri de derleyip düzenleyerek, “Belkıs'ın gerdanlığı” efsanesinde olduğu gibi, belki efsanenin çözümlenmesi ve anlamını da betimleyerek koymayı düşünüyorum.