Henüz bıyıkları yeni yeni terlediği, delikanlılığa geçiş yapma yıllarındayken, Enver ve Talatpaşaların komplolarla Osmanlı Devletini de Dünya Savaşı’na sokmaları ve tüm Osmanlı topraklarındaki herkes için ilan edilen seferberlik, dedem için kaderinden de bir kaçış fırsatı olmuştu aynı zamanda. Dünya savaşı için ilan edilen seferberliğe hemen gönüllü olarak yazılmıştı...
Sonrasında kendisine onur getirmesini beklediği “gazilik” ve “esirlik”le bu savaş sırasında tanışmıştı. Ama beklediğini bulamamıştı. Onun kazanmayı beklediği onur, Dünya Savaşı’nın sonunda, kaybedilen bir değer olmuştu. Koskoca Osmanlı İmparatorluğu onurunu kaybetmişti. Koca bir ulus, bu savaşın kaybedilmesinin ardından esir edilmek istenmiş, bir ulusun onuru yaralanmıştı. Onun bu savaşta gazi olması ve esir düşmesinin ne önemi vardı ki?
Esirlik hayatı sona ermiş, özgürlüğüne kavuşmuştu ama, bu kez de yurdunu elleri bağlı ve halkını esir alınmış görmüştü. Dünya Savaşı’nın sonrasında kendisine gelen özgürlük, halkına gelen ise tutsaklık olmuştu. Kendisi kurtulmuştu. Ama ya halkının kurtuluşu? Bu yüzden de, esirlik hayatından kurtulur kurtulmaz, hemen Kurtuluş Savaşı’nın içinde yerini almıştı, “Ben böyle özgürlüğü ne yaparım?” diyerek...
Savaştan sonra ise yurdu işgalden kurtulmuştu, halkı özgürlüğüne kavuşmuştu. Ama halkın gerçek kurtuluşu sağlanamamıştı hala. Anadolu halkını bekleyen bir başka tehdit daha vardı bu kez. 10 yıldan fazla bir zamandır süren o savaş yıllarının getirdiği yıkım ve perişanlığın yarattığı olağanüstü yoksulluk... Anadolu halkı, bu kez de yokluk ve yoksulluğun esiri olacaktı..
Emin Dayı da acımasız yaşam koşullarının esiri olmaktan hiç kurtulamadığını fark edecekti böylece. Kendisine onur getireceğini sandığı savaşın sonunun sadece yıkım ve perişanlık olduğunu görmüştü Dünya Savaşı’nda. Gaziliği ve 2 yıllık esirlik yaşamı bir onur belgesi gibiydi onun için. Ama sonrasında yurdunun işgal, halkının esir edildiğini görmek, kendisi için onur peşinde koşan Emin’i, bu kez de halkının onurunu, yurdunun bağımsızlığını kurtarabilmek içinbir kez daha, ama bu kez daha anlamlı ve onurlu bir savaşın içine taşımıştı.
Bu, kendisi için savaş içinde geçen 8 yıl demekti. Koca 8 yıl.
Kendi onuru için katıldığı Dünya savaşı, ardından halkının onuru için yer aldığı Ulusal Kurtuluş savaşı ile hayatının tam 8 yılını savaş içinde geçirmiş biri ve savaşın anlamlarını çok iyi kavramış bir savaşçı olarak, bu kez yeni bir düşmana, yoksulluğa karşı da yılmaz bir savaşçının onur kavgasını vermeye başladı...
Ama bu kez düştüğü esirlik, onun için bir ömür boyu sürecekti.
Anadolu insanının yazgısı gibi.
Savaş sona erdiğinde görünen manzara, kendisinin yapayalnızlığı ürkütmüştü dedemi.
Kasaba yakılıp yıkılmış, bir kül yığınına dönmüştü. Böyle bir manzara ortasındaki yapayalnızlığı ise savaşlar içinde geçen ömrünün 8 yılında yaşadığı her şeyden daha beter canını yakmıştı.
Bir de yokluk ve yoksulluğun esiri olmak gerçeği ile yüz yüzeydi şimdi.
Soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldikten sonra, Anadolu’daki tarihsel yaşam çizgisi, şimdi kendisini koca yeryüzünde yapayalnız ve hiçbir şeysiz bırakıvermişti. Oysa malk mülk değil, onur peşinde koşmuştu her zaman. Ama Anadolu halkının savaş içinde geçen son 10 yılının yarattığı acımasız yaşam koşulları onu da birden bire yoksulluğun esiri haline getirince, her zaman atalarının soyluluğu ile övünen, onur kazanmak için çok genç yaşta savaşın içine kendini atan Emin, bundan sonraki hayatına sıfırın da altından başlamak zorunda kaldığı gerçeğiyle yüz yüze gelecekti. Soylu bir ana babanın çocuğu olarak dünyaya gelmek, artık sadece bir teselliydi onun için. Hayatını sıradan ve yoksul biri olarak sürdürmek ise, yaşam tarafından kendisine dayatılan, kabul etmek zorunda olduğu gerçekti. Ama hiçbir zaman içine sindiremediği bir gerçek...
Savaş sonrası başlayan yeni hayatına alışabilmek pek de kolay olmamıştı. Önce sivil yaşama uyum sağlamanın uğraşını verdi. Sonra da ekmek parası kazanmanın. Bu savaşı da kazanmak zorunda hissediyordu kendisini. Kazanmak zorundaydı. Bunun için de, bir gün amelelerin mesken tuttuğu bir sabahçı kahvesinde oturup, dikkat çekip de birilerinin kendisini de çağırmalarını beklemeye başladı...
Hayatını artık bir amele olarak sürdürüyordu Emin. Böyle bir ortamda tanıştığı Gülsün’e de hemen kanı kaynadı. Yazgısı tıpkı kendisininkine benziyordu çünkü. Ve bu yüzden de Gülsün, yürekten bağlandığı tek insan oldu hayatında. Onunla evlendi. Gülsün’ün ninesinden kalma evini onardı, böylece bir eve de kavuştu. Bu kerpiç evde 3’ü kız, biri erkek 4 çocuk babası olarak ve Emin Dayı, Emin Efe diye anılarak sürdürdü tüm ömrünü. Tıklayınız: 'Adını Gülsün koyalım'
Efe ve dayı lakapları, kendisini tanıyanların bir saygı ifadesi olarak kendisine bir hitap tarzı oldu. Ama o hep bir amele olarak yaşamını sürdürmeye, eşi ve çocukları ile birlikte en amansız düşman olan yoksullukla savaşmaya yılmadan devam etmekteydi yine. Yıllar sonra, kendisine gerçekten değer veren biri çıktı. Ve bu kez bir çiftlikte kâhya olarak çalışmaya başladı. Emin Dayı, artık kasabada Alaşehir’deki "Katırlı çiftliğinin kâhyası" olarak tanınmaya başlamıştı.
Bir çiftliğe kâhya olmak bir ödül gibi gelmişti dedeme. Sonradan bir teselli diye nitelendirse de. Çünkü böylece, sıradan bir insan olmadığının fark edildiğini düşünerek teselli olabiliyordu.
Gerçekten de sıradan biri değil, o günün koşullarında sıra dışı diye tanımlanabilecek biriydi dedem. Bir kere okuma yazma biliyordu. Öksüz kaldığında, hısımlarının yaptığı tek iyilik, okumasını sağlamaları olmuştu. Sonra zeki biriydi de. Hem eski yazıyla, hem de yeni yazıyla okuma yazmayı biliyordu. Birazcık da İngilizcesi vardı. Dünya Savaşı’nda İngilizlere esir düştüğünde, esirlik içinde geçen 2 yıllık süre boyunca derdini anlatabilecek kadar İngilizce öğrenmeyi de başarmıştı. Bu ayrıntı da onu o günün koşullarında sıra dışı biri yapıyordu.
Çocukluk yıllarımda kendisini evde hep bir köşede sessiz bir şekilde kendi dünyasına gömülmüş bulduğum zamanlar, çoğunluk elinde bir kalem ve minik bir cep defterinin üzerinde bir şeyler karalarken görürdüm dedemi. Kopya kalemi denilen kalemin ucunu tükürükleyip tükürükleyip defterine özenle bir şeyler yazar dururdu. Bazen eski yazıyla da yazdığından yazdıklarından bir şey anlayamazdım.