Her 10 Kasım’da yine de ağlarım!
Yüreğim ezilir, içim de yanar. Kendimi tutamam, hep ağlarım.
Birileri, “Artık yas tutmayın!” demişti. Kim ne derse desin, ben yine de bildiğimi yaparım. Her 10 Kasım günü yas tutarım. Dayanamam ve ağlarım.
İster sulu göz deyin, ister duygusal deyin.
Vakit buldukça 10 Kasım’da Ankara’ya gider, Atatürk’ün manevi huzurunda saygıyla eğilirim. Eşimle, bulduğum kadarıyla çocuklarımla ve torunlarımla elele tutuşur, öyle ağlaşırız!
O’nu hiç unutmadık!
O’na sadece biz ağlamadık, bütün dünya ağladı.
İçimizden birileri belki O’nu hiç sevmedi, anlayamadı.
Lakin, bütün dünya O’nu sevdi, saydı ve O’nun için ağladı.
Saçlarındaki aklar akları kovalasa, gözlerin en sevdiğin nesnelerden habersiz olsa, bir fırtına, bütün amaçlarını ve emellerini bir anda silip süpürüp götürse, “hayat seli” seni senden koparıp alsa, hiçbir şeyi düşünemesen, hatırlayamasan, anamasan, yine bu günü unutma!
Zaman, ölümle doğum arasında en büyük yayını çizer.
Duvardaki saat da her vuruşunda, bizi biraz daha sonsuza yaklaştırır.
“Gün nedir? Dakika nedir?” demeyesin!
Her 10 Kasım sabahı, yelkovan ve akrep dokuzu beş geçe rakamını işaret ederken, sen, yine O’nu hatırla ve bir Güneşin erken battığını unutma!
Tarih sana eskimiş defterlerini karıştırtacak.
Sen orada boz kurtla birlikte Mete’yi göreceksin.
Roma topraklarında Attila’yı seyredeceksin, sert bakışlı Sezar’ı bulacaksın.
Son seferinden dönen Anibal’a hak vereceksin.
Bir şöhret uğruna herşeyini kaybeden Napolyon’u, her defasında bir çalım anıtı olarak yine düşleyeceksin. Fakat bunların üstünde, Kocatepe’de bir “Haçlı Cihan Ordusu”na pençesini vuran O, masmavi gözlü Kartal’ı hiç unutma!
Bir gün sana, “yüzyılların öncesinde, insanlar Güneşe, Taşa, Puta taparlardı” ya da “Poseidon, Diyonizos gibi Tanrılar vardı” derlerse, unutma, yirminci yüzyılda da, mavi gözlü bir Mustafa Kemal’in olduğunu onlara söylemeyi yine unutma!
Bismark adı, seni Almanya’ya sürükleyebilir.
Kont Kavur ya da Garibaldi İtalya’yı anımsatır.
Washington adını duyunsa şaşırma.
Çünkü bu adların sahipleri, kendilerinden olmayan milletleri ancak kendilerine bağlamak veya tek bir cepheden gelen felaketi savuşturmak kudretini gösterdiler.
Yeryüzünde devlet yaratan, devir açan simalar da seni şaşırtmasın.
Çünkü, onların hepsinin üstünde, küreğiyle, kazmasıyla, dipçiğiyle, süngüsüyle dünyaya mezar kazan; Balkanlar’ın, Karpat’ların, Bingazi’lerin, Kafkaslar’ın, Yemen’lerin erittiği bir ordunun kalıntılarıyla, koskoca bir zaferden sonra taptaze laik bir Cumhuriyet yaratan Atatürk’ü unutma!
Bir gün yolun düşerse, gururlu dağların çevrelediği bir yaylada, fışkıran bir kent göreceksin. Bu şehir, senin tarihindir. Kulaklarında, Kocatepe’den atılan top sesleri uğuldarken, sen, Rasattepe’ye yürü.
Orası “Hürriyetin Kabesi”dir.
O yerde, Deniz bakışlı bir efsanevi kahraman yatar.
Toprağına yüz sürmeyi unutma!
Hayatın her yılı, iki baharı saklar.
Bunlardan ilki, Doğuşun ifadesidir: Toprak, bu mevsimde uyanır; ağaçlar, bu mevsimde yeşerir, çiçeklerini açar; insanlık, mutluluğunu bu mevsimde sembolleştirir. Sonuncu bahar, ölümü süsler: Sararan otlar, dökülen yapraklar, solan çiçekler, boyun büken bayraklarla beraber. O’nun da bu mevsimde göçtüğünü unutma!
Göz yaşı; insanlar için bir boşalma, bir tesellidir.
Sevdiklerimize, inandıklarımıza, bağlandıklarımıza ağlarız.
Bayraklar, büyük insanların hepsi için yarıya çekildi.
Fakat, yaşlı dünyamız, bütün gözyaşlarını, O’nun topraklarına serpti.
O’ndan önce hiç kimseye böylesine ağlanmamıştı.
O’ndan sonra da ağlanmıyor.
Unutma emi!
yakamoz
Unutma!
Unutma!
Kasım 10, 1999 / Op. Dr. M. Niyazi Dinçsoy (İbn-i Cinni)